BİLİŞİM SUÇU

Bilişim suçları

 

Teknolojinin hızla gelişmesi sonucu son on yılda hayatımızın büyük bir bölümünü oluşturan telefon, bilgisayar ve kredi kartı gibi araçlar da artık suç işlemek için kullanılır olmuşlardır. Bilişim suçu, bu ve benzeri araçlar kullanılarak sanal ortamda işlenen suçlardır.

Bilişim Suçları Nelerdir?

Kanun koyucu teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte hayatımıza giren bu yeni suç tiplerini Türk Ceza Kanunu’nun bilişim alanında suçlar başlığı altında düzenlemiştir. Bu başlık altında 243-245. maddeler arasında suç tipleri ele alınmış ve her biri için ayrı yaptırım ve cezalar ön görülmüştür. Bilişim sistemine girme, sistemi engelleme, bozma, yok etme veya değiştirme, banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılması ve yasak cihazları imal etme, satma veya satın alma Türk Ceza Kanunu’nda bilişim suçu olarak düzenlenmiştir .

 IP Adresi Nedir?

IP adresi bilişim suçunun hangi cihaz üzerinden işlendiğinin tespitine yarar. İnternet üzerinde her bilişim aracının kendine has bir IP adresi mevcuttur. IP adresleri bilgisayarların sanal ortamdaki kimlikleri olarak tanımlanabilir. IP adresleri iki çeşittir. Yaygın olarak kullanılan türüne dinamik IP denir. Dinamik IP adresi, internete her bağlandığınızda bilişim aracınıza farklı bir IP verilmesidir. Diğer türü ise statik IP adresidir. Bunda ise tarafınıza ve cihazınıza kalıcı bir IP adresi tanımlanır ve internete sabit olarak o IP adresinden bağlanmanıza olanak sağlar.

Bilişim Sistemine Girme Suçu

 

Bilişim sistemine girme suçu, fail tarafından bir başkasına ait verilere erişmek için izinsiz olarak bilişim sistemine girmek ile ya da izinsiz olarak kalmayı sürdürmek şeklinde işlenebilir. En basit örneği sosyal medya hesaplarına izinsiz olarak girilmesidir. Sosyal medya üstünden işlenen suçlar hakkında daha fazla bilgiye “Sosyal Medyada İşlenen Suçlar” makalesinden ulaşabilirsiniz. Bilişim sistemine girildiği veya izinsiz olarak kalmaya devam edildiği an bilişim suçu işlenmiş sayılır. Failin ayrıca sistemdeki verileri kopyalaması veya yok etmesi aranmamıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesinin ikinci fıkrasında suçun daha az cezayı gerektiren nitelikli hali düzenlenmiştir. Buna göre failin girdiği sistem bedeli ödenerek yararlanılabilen bir bilişim sistemi ise ceza yarı oranında indirime tabi tutulabilir. Örneğin kişinin Netflix üyeliği olmadan izinsiz olarak uygulamaya girmesi bilişim suçunun oluşmasını sağlar ancak cezası yarı oranında indirilerek uygulanır.

Bu bilişim suçunun bir diğer nitelikli hali ise aynı maddenin üçüncü fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre failin gerçekleştirdiği eylem neticesinde bilişim sistemindeki veriler yok olur veya değişir ise altı ay ile iki yıl arasında hapis cezası verilebilir. Aynı maddenin dördüncü fıkrasında ise bilişim sistemine girmeksizin veri akışlarını teknik araçlarla izleyen kişiye bir ile üç yıl arasında ceza verileceği düzenlenmiştir.

Temel halinin cezası, bir yıla kadar hapis cezası veya adli para cezasıdır. Görüldüğü üzere fiil üçüncü ve dördüncü fıkradaki şartları taşıdığı an adli para cezasına hükmedilmesi mümkün değildir. Söz konusu bilişim suçu kast ile işlenebilir. Yani yanlışlıkla izni olmadan bir başkasının sistemine girmek bu suça vücut vermez.

Bilişim Suçunun İşlenmesinde Sistemi Bozma ve Engelleme

Bilişim suçu, sistemi bozma, engelleme, verileri yok etme veya değiştirme fiillerinden biriyle de işlenebilir. Bu durum Türk Ceza Kanunu’nun 244. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddenin esas aldığı nokta, bilişim suçu failinin bilişim sistemini zarara uğratması durumudur. Seçimlik hareketler ile işlenmesi mümkündür. Örneğin kişinin instagram hesabınıza girip tüm fotoğraflarınızı silmesi veya bilgisayarınızda bulunan belgeleri kullanılamaz hale getirmesi bu suçun oluşumuna örnek olarak verilebilir. Mevcut bilişim sisteminin işleyiş hızını düşürme, yetkilerini kısıtlama gibi işlemler suçun engelleme fiiliyle işlenmesine örnek verilebilir.

Maddenin ilk fıkrasında bilişim suçu, sistemin işleyişini engelleme veya bozma fiillerinin gerçekleştirilmesi durumudur ve cezası bir ile beş yıl arasında hapis cezası olarak belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrası ise bilişim suçunun bozma, yok etme, değiştirme veya erişilmez kılma fiilleriyle işlenmesi halini düzenler. Bu durumda verilecek ceza ise ilk maddeye kıyasla daha az cezayı gerektirmektedir. Bilişim suçu bu fiiller ile işlenir ise altı ay ile üç yıl arasında hapis cezasına hükmedilecektir.

Maddenin üçüncü fıkrasında ise önemli bir düzenlemeye yer verilmiştir. Söz konusu bilişim suçunun, kredi kurumlarına, kamu kurum veya kuruluşlarına veya bankalara karşı bu maddede sayılan fiillerle işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılarak verilmektedir. Söz konusu maddedeki bilişim suçunun işlenmesi durumunda mağdur bilişim sisteminin sahibidir. Eğer fiil bir internet sitesi gibi malik dışında başka kişilerinde kullanımına özgülenmiş bir yapıya sahip ise ve bu fiil neticesinde müşteri ya da ziyaretçi konumunda olan kişiler de siteden faydalanmakta güçlük çekiyorlar ise bu kişiler de suçun mağduru konumuna gelecektir. Bu maddedeki bilişim suçunun işlenebilmesi için failin kast ile hareket etmesi gerekmektedir.

Bilişim Suçunun Banka ve Kredi Kartları ile İşlenmesi

Günlük hayatımızın vazgeçilmez birer parçası haline gelen banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılması yolu ile de bilişim suçu işlenebilmektedir. Bu suçun işlenebilmesi için kişinin, başkasına ait banka veya kredi kartını sahibinin rızası olmadan kullanması ya da kendisi yerine başka birine kullandırtması sonucu bundan kendisine veya bir başkasına fayda sağlaması gerekir. Burada banka veya kredi kartının kişinin eline nasıl geçtiği önemli değildir. Yani yerde tesadüfen bulunan bir banka veya kredi kartı ile bu fiillerin gerçekleştirilmesi durumunda da söz konusu bilişim suçu oluşacaktır. Ancak kanun koyucu bu duruma bir istisna getirmiştir. Söz konusu istisnaya göre bu fiillerin eşler, üst soy, alt soy, evlatlık ilişkisi içinde bulunan kişiler veya birlikte yaşayan kardeşler tarafından diğerine karşı işlenmesi halinde ceza verilmeyecektir.

Maddenin ikinci fıkrasında ise hayali hesaplar kullanılarak banka veya kredi kuruluşlarının zarar uğratılması düzenlenmiştir. Bu fıkra için suçun mağduru konumunda olan ilk fıkranın aksine ilgili banka veya kredi kuruluşudur. Çünkü gerçek olmayan hesaplar kullanılarak bilişim suçu gerçekleştirildiğinden kart sahibinden bahsetmek mümkün değildir. Bilişim suçu, bu fıkrada bahsedilen fiiller neticesinde işlenir ise fail, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ve on bin güne kadar para cezası ile cezalandırılacaktır.

Ayrıca kanun koyucu sahte olan veya üstünde sahtecilik yapılan banka veya kredi kartlarının kullanımından yarar sağlayan kişilerin de dört ile sekiz yıl arası hapis ve beş bin güne kadar para cezası ile cezalandırılacağını hüküm altına almıştır.

Yasak Cihaz ve Programların Kullanılması

Türk Ceza Kanunu’nun bilişim suçları bölümünde 245/A maddesinde düzenleme alanı bulmuştur. Kanun koyucu geniş bir yelpazeyi bu maddenin içerisine sokarak hızla gelişen elektronik hayata ayak uydurmaya çalışmıştır. Söz konusu madde iki halden bahsetmiştir. Bunlardan ilki bir cihazın, şifrenin, güvenlik kodunun veya programın sırf bilişim suçu işlenebilsin diye yapılması halidir. Örneğin şifre kırıcı programlar buna girer. Diğer halde ise cihaz, şifre, güvenlik kodu veya programın bilişim sistemlerinin aracı olarak kullanılması sonucu işlenen diğer suçların işlenmesinde kolaylık sağlaması durumudur.

Her iki durumda da cihazı, şifreyi, programı veya güvenlik kodunu yapan, ithal eden, taşıyan, kabul eden, depolayan, satan, satın alan, başkasına veren ya da bulunduran kişilere bir ila üç yıl arası hapis cezası ve beş bin güne kadar para cezası verileceği ön görülmüştür.

Bilişim Suçunda İhbar, Şikayet ve Uzlaşma

Bilişim suçu, şikayet yoluna tabi suçlar arasında sayılmamıştır. Bu nedenle savcılık tarafından resen soruşturulması gerekir. Kişilerin bilişim suçunun işlendiğine dair savcılığa başvurmaları şikayet olarak nitelendirilemez. Soruşturulması resen yapılan suçlarda kişilerce savcılığa başvurulması ihbar yerine geçer. Şikayete tabi suçlardan olmadığı için mağdurun davadan vazgeçmesi de mümkün değildir.

Bilişim suçu için öngörülen dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır. Sekiz yıllık sürenin geçirilmesi halinde suçun soruşturulması mümkün değildir.

Kanun koyucu mahkemelerin üstündeki yükü azaltmak için son yıllarda uzlaşma kurumunun kapsadığı suç alanını genişletmiştir. Ancak bilişim suçu uzlaşma kapsamı içerisinde düzenlenmemiştir.

İlgili Yargıtay Kararları

Karar 1:

 “Oluşa ve tüm dosya kapsamına güre, katılan …’in www.enzarworld.com isimli siteden telefon almak için hükümlü ile telefonla irtibat kurarak cep telefonu sipariş ederek ödeme için de eşi olan katılan …’e ait suça konu kredi kartı bilgilerini verdiği, katılan …’e paranın kredi kartından çekilemediğinin bildirilmesi üzerine katılan …’in hükümlü adına kayıtlı … hesabına 2.940 TL havale ettiği, sonrasında ise suça konu kredi kartından 2.055,89 ve 513,97 TL’nin çekildiği ve cep telefonunun gönderilmediği somut olayda; hükümlünün mağduru … olan eyleminde katılan …’ten katılan …’in kredi kartı bilgilerini aklıkları sonra tahsilatı yapamadığını belirterek eylemine devamla katılan …’in kendisine 2.940 TL’yi … havalesi ile göndermesini sağladıktan sonra telefonu göndermemesi suretiyle bilişim sistemleri … veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık, mağduru … olan eyleminde ise suça konu kredi kartı hesabından ayrıca para çekmesi eylemlerinin ise başkasına ait … veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama suçlarını oluşturduğuna karar veren mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2018/12747 E.  ,  2019/9639 K.

 Karar 2:

Verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilip, bundan da yarar sağlanmasının; ekonomik değer taşısa dahi veriyi taşınır mal haline getirmeyeceği, bu itibarla; sanığın Knight Online oyundaki katılana ait karakteri hukuka aykırı bir şekilde ele geçirmesi eyleminin, sadece 5237 sayılı TCK’nın 244/2-4. maddesindeki bilişim suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin, suç vasfında yanılgıya düşülerek ayrıca yazılı şekilde TCK’nın 142/2-e maddesi gereğince hırsızlık suçundan da hüküm kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 29.05.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi 2018/7295 E.  ,  2019/9896 K.

KİRACI TAHLİYESİ

kiracı tahliye davası

 

Kira sözleşmesi, kiracı ve kiralayanın taraf olduğu ve her iki tarafı da borç altına sokan bir yapıya sahiptir. Bu makalemizde konut ve çatılı iş yerinden kiracı tahliyesi konusu ele alınacaktır. Konut, kişilerin barınma ihtiyaçlarını karşılamak için mesken edindikleri yerlerdir. Çatılı iş yeri, ticari işlemlerin gerçekleştirilmesi amacıyla kiralanan yerlerdir. Kiracı tahliyesi hukukumuzda sıkı şartlara bağlandığı için dikkatli ve hızlı bir şekilde yürütülmesi gereken bir konudur. Hak kaybı yaşanmaması için uzman bir avukattan destek alınması gerekir. Kiracı değil de taşınmazınızı işgal eden biri söz konusu ise ecrimisil nedir konulu makalemizi inceleyebilirsiniz.

Kiracı Tahliyesi Sebepleri

Kira ile ilgili düzenlemeler Türk Borçlar Kanunu’nda bulunmaktadır. Kiracı tahliyesine sebep olacak sebeplerden ilki kira sözleşmesine aykırı davranışlarda bulunmasıdır. Apartman sakinlerine rahatsızlık vermek, kiralananı gerekli özen ve dikkati göstermeden kullanmak ve kira bedelini ödememek kiracının sözleşmeye aykırı davranması nedeniyle tahliyesine yol açabilir. Bu nedenlere dayalı olarak kiracının tahliye edilebilmesi için kiralayanın, kiracıyı yazılı olarak ikaz edip otuz gün süre vermesi gereklidir. İkaz edilmesine rağmen kiracı bu davranışlarına devam ederse kiralayan sözleşmeyi sona erdirebilir.

Kiracı aynı yıl içerisinde iki kira bedelini ödemez ve kiralayan, kiracıya noter aracılığıyla iki kez ihtarda bulunursa sözleşmeyi feshetme hakkı olur. Önemli olan husus ödenmeyen kiraların aynı yıl içerisinde yer alması gerekliliğidir.

Kiracının kira bedelini ödememesi durumunda kiraya veren kiracıya yazılı olarak en az otuz gün süre vermelidir. Ayrıca talep edilen kira bedeli muaccel yani ödeme zamanı gelmiş bir alacak olmalıdır. Taraflar ödeme gününü kira sözleşmesinde serbestçe kararlaştırabilirler. Ödeme gününün belirlenmediği durumlarda kanun gereği ödeme günü ayın son günüdür.

Kira sözleşmesinin sona erme yollarından biri de bildirim yoluyla sona ermedir. Eğer kira sözleşmesi belirli bir süre için yapılmış ise kiracı sürenin bitiminden en az on beş gün önce durumu kiralayana bildirerek çıkma hakkına sahiptir. Kiraya veren ise belirli süreli kira sözleşmelerini bildirim yoluyla sona erdirme hakkına sahip değildir. Tek istisnası ise on yıllık uzama süresinin sonundan itibaren uzayan her yılın bitiminden üç ay önce bildirimde bulunarak sebep göstermeden sözleşmeyi sona erdirme hakkıdır. Belirsiz süreyle yapılmış sözleşmelerde ise kiracı yılın her altı aylık dönemi için üç ay önceden bildirimde bulunarak çıkabilir. Kiraya veren için ise belirli süreli sözleşmelerde uygulanan esaslar geçerlidir.

Kiracının Tahliyesi Davası

Kiracının tahliyesi için açılacak davanın çeşitli sebepleri olabilir. Bunların bir kısmı kiraya verenden bir kısmı ise kiracıdan kaynaklanan sebeplerdir. Öncelikle kiraya verenden kaynaklı sebeplere bakalım. Kiraya veren kiracıyı gereksinim sebebiyle çıkarabilir. Kanun koyucu bunun için gereksinimin kiraya verenin kendisinden, eşinden, alt soy, üst soy veya bakmakla yükümlü olduğu kişilerin konut veya iş ihtiyacından kaynaklanmasını aramaktadır. Bu şartların varlığı halinde kiralayan, belirli süreli sözleşmeler de sürenin sorma ermesinden, belirsiz süreli sözleşmeler de ise fesih sürelerine uygun fesih bildiriminden itibaren bir ay içerisinde tahliye davasını açmalıdır. Bu tahliye davasının ilk şartı gereksinimin yukarıda saydığımız kişilerden kaynaklanıyor olmasıdır. Ayrıca bu gereksinimin inandırıcı, somut ve samimi olması aranmıştır.

Yeni malikin açacağı tahliye davasında da yine gereksinim şartı aranmıştır. Ayrıca malik olduğu tarihten itibaren bir ay içerisinde durumu kiracıya bildirmelidir. Şartların sağlanması halinde malik olduğu tarihten itibaren altı ay sonra dava açarak kiracıyı tahliye edebilir.

Bir diğer durum ise yeniden inşa veya imar halinin bulunmasıdır. Bu nedenle tahliye davası açılabilmesi için yapılacak değişikliğin kiracının taşınmazda oturmasını imkânsız hale getirecek kadar kapsamlı olması aranmıştır. Bu durumda belirli süreli sözleşmeler sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmeler ise fesih kurallarına uyarak bu tarihten itibaren bir ay içerisinde açılacak tahliye davası ile kiracı tahliye edilebilir.

Kiracıdan kaynaklı sebepler ise tahliye taahhüdünün bulunması, yukarıda bahsettiğimiz gibi iki haklı ihtara rağmen kirayı ödememesi ve birlikte yaşadığı eşinin başka bir konutunun olması halidir.

Kiracının Taahhütname ile Çıkarılması

Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin ilk fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre kiracı yazılı bir taahhütname ile belirli bir tarihte kiralanandan çıkmayı üstlenirse ve bu tarihte çıkmaz ise kiraya veren bir ay içerisinde dava yoluyla tahliye yoluna veya icra kanallarıyla tahliyeye gidebilir.

Kiracının tahliyesinin taahhütname ile sağlanabilmesi için taahhütnamenin belirli geçerlilik şartlarına haiz olması gereklidir. Taahhütname yazılı olmalıdır, kiracı tarafından kiralananın tesliminden sonra imzalanmış olmalıdır yani tahliye taahhütnamesinde yazan tarih kira sözleşmesinden önceki bir tarih olmamalıdır ve doğal olarak tarih kesinlikle bulunmalıdır. Tahliye taahhütnamesini sadece kiracının imzalaması yeterlidir. Yazılılık şartı adi yazılılıktır. Yani noter aracılığıyla düzenlenmesine gerek yoktur. Kiracının veya kiracılar birden çoksa hepsinin taahhütnameye onay vermesi gerekir. Ancak kiracı yetkili vekil aracılığıyla da bu işlemi yapabilir.

Tahliye taahhütnamesinde dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de kiracının özgür iradesiyle taahhüt altına girmesidir. Kiracının aldatılarak, korkutularak veya kendi hatası nedeniyle imza atması durumunda taahhütname geçersiz kabul edilir. Ancak kiracının bu hakkını bir yıl içerisinde kullanması gereklidir.

Tahliye Taahhütnamesi ile Tahliye Süresi Ne Kadardır?

Eğer kiralayanın elinde kanuni şartları taşıyan bir tahliye taahhütnamesi bulunuyor ise davanın uzun sürmeyeceği söylenebilir. Ancak net bir şey söylemek mümkün değildir. Her somut olayın şartları kendi içinde değişkenlik göstermektedir. Ayrıca mahkemelerin iş yükü de göz önüne alınmalıdır.

Kiracı Tahliyesi İcra ve Dava Yolu

Tahliye taahhütnamesine dayalı olarak açılacak davanın davacısı sadece kiraya veren olabilir. Taşınmazın yeni maliki, malik olduğu andan itibaren bu davanın tarafı olmaya hak kazanır.  Davanın davalısı ise kiracıdır. Dikkat edilmesi gereken nokta birden fazla kiracının olduğu durumlarda davanın kiracıların hepsine karşı açılması gerektiğidir. Bir diğer önemli nokta tahliye taahhüdü yapıldıktan sonra kiracının kira sözleşmesini devretmesi durumudur. Bu durumda yeni kiracı da bu taahhütname ile bağlıdır. Ancak yeni kiracının eski kiracıdan tazminat isteme hakkı bulunmaktadır.

Kiralayanın taahhütnamede gösterilen tarihten itibaren bir ay içerisinde dava açması gereklidir. Kiralayanın dava açarken bir aylık süreyi göz önünde bulundurması gerekir. Zira bu süre niteliği gereği hak düşürücü süredir. Sürenin geçirilmesi halinde taahhütnameye dayanılarak dava açılması mümkün değildir. Bu sürenin istisnasını kiralayanın bu bir aylık süre içerisinde kiracıya dava açacağını bildirmesi durumu oluşturur. Bu durumda dava açma süresi bir kira yılı uzar.

Tahliye taahhütnamesinin sağladığı en büyük kolaylık kiracının mahkeme yoluyla çıkarılması yolunun yanında icra yoluyla takip edilme olanağının da bulunmasıdır. İcra yolunda, icra dairesince kiracıya tahliye emri gönderilir ve on beş günlük bir süre verilir. Kiracı bu tahliye emrine tebliğden itibaren yedi gün içerisinde itiraz edebilir. İtiraz halinde kiraya veren itirazın kendine ulaşmasından itibaren altı ay içerisinde icra mahkemesine başvurabilir. Eğer bu altı aylık süreyi kaçırmış ise gene itirazın tebliğinden itibaren başlayan bir yıllık süre zarfında sulh hukuk mahkemesine başvurma hakkı mevcuttur.

Tahliye Taahhüdünde Cezai Şart Öngörülmesi

Uygulamada kiracının taahhütnamede gösterilen tarihte taşınmazı boşaltmaması halinde belirli bir miktar parayı cezai şart olarak ödeyeceği kararlaştırılabilir. Bu durumda kararlaştırılan tarihte taşınmazı boşaltmayan kiracı bu cezai şartı ödemekle yükümlü hale gelir. Ancak taahhütnamede gösterilen cezai şart miktarının astronomik miktarlar olması halinde mahkemece bu cezai şart geçersiz sayılır.

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Tahliye taahhütnamesine dayalı olarak kiracı çıkarma davalarında sulh hukuk mahkemeleri görevlidir. Yetkili mahkeme ise taşınmazın bulunduğu yer sulh hukuk mahkemesidir. Bu işlemlerin alanında uzman bir avukat yardımıyla yapılması işleyişin hatasız ve hızlı bir şekilde sonuçlanmasını kolaylaştırır. Teknik sürelerin çokluğu ve Borçlar Kanunu’nun kiracıyı koruyan hükümleri göz önüne alındığında hak kaybı yaşanmaması için uzman bir avukat desteği hayati bir öneme sahiptir.

İlgili Yargıtay Kararları

Karar 1:

“Kiracı tarafından akdi ilişkinin devamı sırasında kiralanana yapılan faydalı ve zorunlu masrafların, 6098 sayılı TBK’nın 530. maddesi ( 818 sayılı B.K.’nın 414. Md. ) kapsamında vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kiraya verenden istenebilmesi mümkündür. Kural olarak bu gibi faydalı ve zorunlu masrafların kira sözleşmesinin başlangıcında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Kiralananın tahliyesi sonunda, kiralayan bunları benimsemiş ve kiracı aleyhine sebepsiz zenginleşme meydana gelmiştir. Kiraya verenin sorumluluğu, faydalı ve zorunlu imalatların imal tarihindeki değerinden yıpranma payı düşülmek suretiyle bulunacak değer kadardır.”  Yargıtay 3. Hukuk D. 2017/8284 E. 2019/5038 K.

Karar 2:

“Kiracı yasal tahliye ve anahtar teslimi gerçekleşinceye dek kira parasını ödemekle yükümlüdür. Kiralanan tahliye edilmedikçe kiracının sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri devam eder. Kiralananın tahliyesi ise teslim ile olur. Teslimin varlığı ise kiracı tarafından ispatlanmalıdır. Kiralananın boşaltılması, adresini taşıması yahut kiracı tarafından kullanılmaması yasal teslim olmadığından, kiraya veren tarafından kabul edilmedikçe kiracıyı yükümlülüklerinden kurtarmaz. Kiralananın tahliye ve teslim edildiği davalı tarafından yazılı delillerle kanıtlanamadığından, davacının beyan ettiği tarihin, mahkemece tahliye tarihi olarak kabul edilmesi isabetli görülmüştür.” Yargıtay 3. Hukuk D. 2017/8357 E. 2019/4928 K.

MOBBİNG NEDİR?

Mobbing

 

Mobbing nedir sorusu müvekkillerimizden en çok duyduğumuz sorulardan biridir. Hepimiz bu kavramı çokça duymuşuzdur. Birçoğumuz da çalıştığımız iş yerlerinde mobbinge maruz kalmışızdır. Peki ama bu kavramın içeriğini ne kadar biliyoruz? Mesela çalıştığımız iş yerinde bize karşı mobbing uygulandığında ne yapabiliriz? En önemlisi haklarımızın ne kadar bilincindeyiz? Mobbing kavramının üç tarafı vardır; mağdurlar, zorbalar ve izleyiciler. İlk olarak, mobbinge maruz kalan kişiye mağdur denir. ikinci olarak, mobbing eylemini uygulayan kişi zorba(saldırgan)dır. Üçüncü olarak ise mobbing durumuna doğrudan etkisi olmayan fakat bu duruma şahit olan ve genelde ses çıkarmayan diğer çalışanlar da izleyiciler olarak adlandırılmaktadırlar.

İş yerinde hedef alınan kişi veya kişilere yönelik belirli süre devam eden; onların çalışma konusunda motivasyonunu kıran, psikolojik olarak yıpratan kasıtlı ya da kötü niyetli davranışlar mobbingin kapsamına girebilmektedir. Bu yazımızda mobbing ile alakalı sorularınıza yanıt vermeye çalıştık. Hak kaybı yaşamamanız için iş hukuku avukatından yardım almanız en doğrusu olacaktır. Bu konu hakkında sorularınızı formun en alt kısmından bize iletebilirsiniz.

Mobbing Nedir?

Mobbing iş yerinde çalışan kişiye karşı aynı iş yerinde bulunan bir veya birden çok kişi tarafından uygulanan psikolojik taciz, şiddet, düşmanca tutum vb. davranışlardır. Bu tanım, mobbing nedir sorusuna verilebilecek en kısa yanıttır. Bu konuya ilişkin yasal düzenlemeler, İş Kanunu ve Borçlar Kanunu’nda da bulunmaktadır.

Mobbing Türleri Nelerdir?

İş yerinde mobbing türleri iki kategoride toplanmaktadır. İlk olarak, aynı hiyerarşik seviyede bulunan, birbirleriyle fonksiyonel düzeyde ilişkileri olan çalışanların birbirlerine karşı mobbing kapsamına girecek tutum ve davranışları yatay mobbing olarak  değerlendirilmektedir. Bu tür davranışlar, özellikle eşit statüde bulunan ve rekabet halindeki kişiler arasında uygulama alanı bulur.

İkinci olarak, dikey mobbing mevcuttur. Ülkemizde mobbingin en çok görülen şekli budur. Hiyerarşik düzende yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya şeklinde gerçekleşebilmektedir. Örneğin bir amirin, müdür vb. üst makamdaki kişinin görevinin vermiş olduğu yetki gücünü astına karşı kötü niyetle kullanması bu kapsamdadır.

Aşağıdan yukarıya doğru, yani diğer adıyla ters mobbingte ise ast konumundakiler birleşerek üstün yetkesini aşındırırlar. Bu mobbing halinde zorbalar, birden fazladır. Bu hususta astlar dışlama, sabote etme stratejisiyle hareket etmektedirler. Amirlerinin talimatlarını yerine getirmeme, amir hakkında asılsız söylentiler çıkarma vb. davranışlarda bulunmaktadırlar. Bu hareketlerin asıl amacı da kendi işlerinin düzen içinde yerine getirilmesinden sorumlu amirlerinin, üstlerine karşı başarısız gösterilmesidir. Bir nevi bizim üstümüz bu işe layık değil, gördüğünüz gibi düzeni sağlayamıyor demektedirler.

Mobbing Örnekleri Nelerdir?

Mobbing örneklerinin ortaya çıkmasında zorbanın haksız davranışları büyük rol oynar. Zorba, mobbing aracılığı ile mağdurun özgüvenini ve çalışma isteğini yıpratmaktadır. Mobbing uygulanması sonucu zorba kontrolü daha çok ele geçirmekte, böylelikle mağdurun iş yerinden uzaklaşması için temelleri atmaktadır. Bu örnekleri 5 kategoride toplayabiliriz:

Yaşanmış Mobbing Örnekleri Nelerdir?

1) Kendini Göstermeyi ve İletişim Oluşumunu Etkilemek: Bu tarz örneklerde amaç mağdurun kendini istediği şekilde ifade etmesini engellemek, çalışma arkadaşlarıyla ve yönetimle olumlu ilişkiler kurmasını engellemektir. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • Telefonla rahatsız edilme
  • Yapılan işin sürekli eleştirilmesi
  • Sözlerinin devamlı kesilmesi
  • Yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması
  • Mağdurun kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin kısıtlanması veya engellenmesi
  • Özel yaşamının eleştirilmesi
  • Sözlü ve yazılı tehditler
  • İmalar, bakışlar, jest ve mimik yoluyla ilişkilerin reddedilmesi

2) Sosyal İlişkilere Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç mağdurun sosyal ilişkilerini engellemektir. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • Mağdur orda değilmiş gibi davranılması
  • Çevresindeki insanların mağdurla konuşmaması
  • Mağdurun çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması, izole edilmesi

3) Kişisel İtibara Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç kişinin itibarını zedelemek, kişisel bütünlüğünü bozmaktır. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • Mağdurun arkasından kötü konuşulması
  • Dini ve siyasi görüşlerinden dolayı dışlanması
  • Mağdurun bir kusuruyla veya fiziksel özrüyle alay edilmesi
  • Gülünç durumlara düşürülüp dalga konusu edilmesi
  • Yürüyüş tarzı, sesi, hareketleri vb. taklit edilerek alay konusu yapılması
  • Akıl hastası gibi davranılması
  • Alçaltıcı isimler ile hitap edilmesi
  • Cinsel imalarda bulunulması
  • Milliyetiyle alay edilmesi
  • Kararlarının sürekli sorgulama meselesi yapılması
  • Özel yaşamıyla alay edilmesi

4) Kişinin Yaşam Kalitesi ve Mesleki Durumuna Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç mesleki konuma saldırılarak mağdurun iş başarısının engellemesi ve maddi kayba uğratılmasıdır. Bu kategoriye sokulabilecek bazı mobbing örnekleri şunlardır:

  • İşteki konumunun sürekli değiştirilmesi
  • Özgüvenini kırıcı işler yükletilmesi
  • Kapasitesinin altında işler verilmesi
  • Asli işi olmayan görevlerle meşgul edilmesi
  • Verilen işlerin geri alınması, yerine iş verilmemesi
  • Yapması için anlamsız işler verilmesi
  • İşten çıkarmaya zorlamak

5) Kişinin Sağlığına Doğrudan Saldırılar: Bu tarz örneklerde amaç mağdurun ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilemektir. Bu kapsamdaki mobbing örnekleri şu şekildedir;

  • Doğrudan veya dolaylı cinsel tacizde bulunmak
  • Mağdurun fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanması
  • Mağdura fiziksel şiddet tehditleri yapılması
  • Fiziksel zarar verilmesi

Mobbing Belirtileri Nelerdir?

Eğer mobbinge uğradığınızı düşünüyorsanız; dava yoluna başvurmadan önce veya iş sözleşmenizi feshetmeden önce bu husustan emin olmalısınız. Aksi takdirde hak kayıplarına uğrayabilirsiniz. Mobbingin belirtileri nelerdir, nasıl emin olabilirim diyorsanız üst başlıktaki örnekleri incelemeniz faydalı olacaktır. Her somut olay kendi kapsamında değerlendirilse de uygulamada sıklıkla karşılaştığımız mobbing davranışlarını bir üst başlığımızda sizler için paylaştık. Siz de mobbinge maruz kaldığınızı düşünüyorsanız emin olmak adına bu alanda uzman bir avukattan hukuki danışmanlık almanız yerinde olacaktır.

Mobbing Ne Demek, Hukukta Yeri Nedir?

Mobbing, doğrudan bir kavram olarak mevzuatımızda düzenlenmemiştir. Fakat bu kavram kapsamına giren davranışlar, ihlal ettiği veya dokunduğu haklar çeşitli kanunlarda düzenlenmiş ve koruma altına alınmıştır.

Borçlar Kanunu ve İş Kanunu’nun ilgili maddeleri işveren işçinin kişiliğini korumakla yükümlü tutmuştur. İşveren işçiyi gereksiz yere azarlıyorsa, yok yere yazılı savunma vermesini istiyorsa, beceriksizlikle suçluyorsa, işçiyi kendine ve arkadaşlarına karşı küçük düşürecek davranışlar içerisine girmeye zorluyorsa bu tür hareketler mobbing teşkil eder. İşverenin bu tür davranışlarındaki amacı genellikle iş yerinde istenmeyen kişilere karşı yıldırma, bezdirme, iş yerinden soğutma, yalnızlaştırma, yok sayma vb. davranış ve fiillerle, işçinin kendisi istiyormuş gibi istifa etmesini sağlamak biçiminde olabiliyor. Yargıtay’ın bu konuda mağdur lehine verdiği bir çok karar mevcuttur.

İşverene yüklenen bir diğer yükümlülük ise eşit davranma borcudur. Aynı statüde bulunan işçilerden birine işverence herhangi bir sebep yokken ırk, din, dil, cinsiyet farkı vb. sabeplerle farklı uygulamalar yapılması ayrımcılık tazminatı ödenmesini gerektirebilir. İş kazası geçiren işçiye dava açmaması için baskı yapılması da mobbing kapsamında değerlendirilebilir.

Anayasa m. 125 idarenin iş ve işlemlerine karşı yargı yolunu her zaman açık tutarak memuru koruma altına almıştır. Yine Anayasa’nın 128. ve 129. maddeleri memurları ve kamu görevlilerini mobbinge karşı koruma altına almaktadır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu da yine memuru mobbingten koruyucu hükümler getirmiştir. Md. 10, 11, 17, 18, 21 bu bahsi geçen hükümlere örnek olarak verilebilir.

Mobbing Cezası Nedir?

Mevcut mevzuatımızda mobbing uygulamak doğrudan bağımsız bir suç tipi olarak düzenlenmemiştir. Fakat mobbing uygulanırken ortaya konulan davranışlar açısından mevcut ceza hukuku araçlarının ve suç tiplerinin yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Herhangi bir mobbing davranışı, bir ceza normunu ihlal etmeye başladığında o zaman ceza yaptırımından bahsedebiliriz. Bu şekilde mobbing oluşturan davranışlar neticesinde oluşabilecek suç tiplerine değinmek isteriz:

  • Mobbing mağdurunun üzerine çok gidilmesi ve psikolojik çöküntüye uğratılması neticesinde TCK m. 84 kapsamında (intihara yönlendirme suçu) gerçekleşebilir.
  • Mobbing davranışı, mağdurun gerek psikolojik gerek fiziksel bütünlüğünü bozma noktasına erişirse TCK m. 86-87 kapsamında (kasten yaralama suçu)ndan bahsedebiliriz.
  • Mobbing, mağdurun insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarla gerçekleştirilirse TCK m. 96 kapsamında (eziyet suçu) oluşmaktadır.
  • Zorbanın cinsel davranışlarla, mağdurun vücut dokunulmazlığını ihlal etmesi sonucunda TCK m. 102 kapsamında (cinsel saldırı suçu) oluşacaktır. Zorbanın mağdurun vücut dokunulmazlığını ihlal etmeyen fakat cinselliğine yönelik rahatsız edici boyuttaki davranışları ise TCK m. 105 kapsamında (cinsel taciz suçu)nu oluşturacaktır.
  • TCK m. 125 kapsamında (hakaret suçu) ise mobbing davranışlarında en çok karşılaştığımız suç tipidir.
  • TCK m. 108’de düzenlenen (cebir kullanma suçu) da mobbing ile ilişkilendirilebilecek suçlardandır. TCK m. 123’te düzenlenen (kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu) da mobbing davranışları neticesinde gerçekleşebilecek suçlardandır.

Mobbing Nasıl İspatlanır?

Mobbingin ispatı hususunda, genel ispat kurallarından farklı olarak Yargıtay İçtihatları ile istisnai kurallar getirilmiştir. Buna göre işçinin mobbinge uğradığını gösterir emareler sunması halinde, ispat yükü yer değiştirerek işverene geçmektedir. Yani işçinin maruz kaldığı baskıya ilişkin basit emareler sunması, iddialarında gerçekçi olması yeterlidir. Dediğimiz gibi sonrasında ispat yükü el değiştirerek; işverence mobbing teşkil eden davranışlar uygulanmadığı ispat edilmek durumunda kalacaktır. Konu ile ilgili istikrar kazanmış Yargıtay Kararı şu şekildedir;

“Mobbingin varlığı için kişilik haklarının ağır şekilde ihlaline gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağı; davacı işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguları ileri sürmesinin yeterli olduğu, işyerinde mobbingin varlığını gösteren olguların mahkemeye sunulması halinde, işyerinde mobbingin gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğü; tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporu, kamera kayıtları ve diğer tüm deliller değerlendirildiğinde mobbing iddiasının yeterli delillerle ispat edildiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir….” (Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2020/230 E.  2020/1601 K. 04.02.2020)

Mağdur İşçinin Hakları Nelerdir?

Mobbing konusunda işçi hakları önem arz etmektedir. Bu konuda işçinin başvurabileceği ilk yol iş sözleşmesinin haklı nedenle feshidir. Mobbing sebebiyle iş ilişkisi sürdürülemez hale geldiğinde işçi iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir. Mobbingin işçiye diğer işçiler veya işveren tarafından uygulanıyor olması durumu değiştirmez. Mağdur işçi, zorba ne statüde olursa olsun bu hakkını kullanabilir. Çünkü işveren işçiye karşı koruma ve gözetme borcu altındadır. Mobbing mağduru işçi durumu işverene bildirmesine rağmen işveren herhangi bir önlem almıyorsa haklı nedenle fesih hakkını kullanabilir.

İşçiye uygulanan davranışın mobbing sayılabilmesi için söz konusu davranışın belirli bir ağırlığı ve sürekliliği olmalıdır. Örneğin iş yerinin acil yetiştirmesi gereken bir teslimat sebebiyle işverence muhasebe çalışanlarından kolileri taşımalarının istemesi, bir defaya mahsus olduğu için mobbing sayılmaz. Mağdur işçi iş akdini haklı nedenle feshederse, bir yıldan fazla çalışmış olduğu takdirde kıdem tazminatına da hak kazanır. Bunun dışında ödenmeyen veya eksik ödenen diğer işçilik alacaklarını da talep edebilir.

Bunların yanında uğranılan mobbingden dolayı zarara uğrayan işçi manevi tazminat talep edebilecektir. Söz konusu mobbing davranışı aynı zamanda bir ceza normunu ihlal etme seviyesindeyse mağdurun Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunma hakkı da mevcuttur.

Mobbing Davası Nedir?

Mobbing davası, farklı istemlerde bulunularak açılabilen mobbingin varlığını ortaya koymak suretiyle haklarımızı talep edebildiğimiz bir dava türüdür. Bu davalar işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshinden önce veya sonra açılabilir. Buna bağlı olarak işçi, özel şartların oluşması halinde, bir üst başlıkta bahsetmiş olduğumuz tüm işçilik haklarını talep edebilecektir.

Görevli ve Yetkili Mahkeme, Zamanaşımı

Mobbing nedeniyle açılacak tazminat davalarının iş ilişkisiyle ilgili olması durumunda görevli mahkeme iş mahkemeleridir. İş mahkemesi bulunmayan yerlerde mağdur, asliye hukuk mahkemelerine de başvurabilir. Yetki konusunda ise seçimlik hak bulunmaktadır. Dava, işyerinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi şirket merkezinin bulunduğu yer mahkemesinde de açılabilecektir.

Zamanaşımı konusunda genel zamanaşımı kuralı geçerlidir. Dava açmak için zamanaşımı süresi; olayın gerçekleşmesinden itibaren 2 yıldır. Mobbingin süreklilik arz etmesi halinde bu süre işten ayrıldıktan sonra başlayacaktır.

Mobbing nedir sorusuna ve bu konuyla ilgili merak ettiğiniz birçok soruya elimizden geldiğince cevap vermeye çalıştık. Bu konu hakkında aklınıza takılan her türlü soruyu aşağıdaki bölümden büromuza iletebilirsiniz.

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI

Destekten Yoksun Kalma

 

Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen kişinin yaşamında maddi veya manevi destek vererek yanında olduğu kişilere öldüğü için destek olamaması sebebiyle destekten yoksun kalan kişilere verilir. Bu tazminat, destekten yoksun kalan kişilere hayatlarındaki bu eksilme dolayısıyla güçlük yaşamamaları için maddi bir destek sağlamak amacıyla istenir.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Kimler İsteyebilir?

Destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilmek için kişinin ölen kişiden destek aldığını ispat etmesi gerekir. Bunun yanında tazminatı isteyen kişi ölenin amcası, yeğeni veya komşusu dahi olabilir. Önemli olan husus destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunan kişinin ölenden yaşarken destek aldığını ispat etmesidir. Ancak ölenin annesi, babası, eşi ve çocukları ile arasında bir destek ilişkisinin olduğu karine olarak kabul edilmektedir. Bu karinenin aksinin ispatı tabi ki mümkündür.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Şartları

Destekten yoksun kalma tazminatının istenebilmesinin ilk ve en önemli şartı desteğin ölmüş olmasıdır. Destek sıfatına sahip kişi söz konusu olay sonucunda ölmemiş yoğun bakıma girmiş olsa dahi bu şartı sağlamadığı için destekten yoksun kalma tazminatı isteminde bulunulamaz. Ancak destek sıfatına sahip olan kişinin ölüp ölmediği bilinmiyorsa destekten yoksun kalma tazminatı için bu şartın gerçekleştiği kabul edilebilir. TMK 31 ve 32. maddelerdeki düzenlemeler çerçevesinde ölmüş olma ihtimalinin kuvvetli olduğu bir durumda kalmış ve bir daha kendisinden haber alınamamış veya uzun süre kendisinden haber alınamamış ise ölmüş olduğu kabul edilir.

Bir diğer şart ölmüş olan kişinin ölümüne sebebiyet veren bir muhatabın gerekliliğidir. Tabiri caizse eceliyle ölen bir kişi için destekten yoksun kalma tazminatı başvurulması mümkün değildir. Aynı zamanda bir zararın meydana gelmiş olması ve zarar ile fiil arasında nedensellik bağını bulunması gerekir. Örneğin kişinin ramazan ayında çalınan davulun sebep olduğu ses yüzünden kalp krizi geçirdiği söylenerek destekten yoksun kalma tazminatı istenemez. Nedensellik bağını kesen başka bir durum ise ölen kişinin ölüme sebebiyet veren fiilde ağır kusurunun bulunmasıdır. Böyle bir durumda ölümden sorumlu tutulan ve tazminat istenen kişi olayda ölenin ağır şekilde kusurlu olduğunu ispat ederek tazminattan kurtulabilir.

Davacı konumunda olan kişide bulunması gereken şartlar ise şunlardır; ilk olarak ölenin bakım gücüne sahip olması ve tazminat isteyen kişinin de bu bakıma muhtaç bir kimse olması gerekir. Henüz kendi geliri olmayan veya tahsilini tamamlamamış bir kimsenin annesi veya babası bir trafik ya da iş kazası sonucu ölmesi bu duruma örnek olarak verilebilir. Bir diğer şart söz konusu yardımın düzenli ve sürekli bir şekilde sağlanıyor olmasıdır. Yani tek seferlik yardımlar bakımından destekten yoksun kalma tazminatı istenmesi mümkün değildir.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatını Anne-Baba İsteyebilir Mi?

Destekten yoksun kalma tazminatı açısından davacı tarafta bulunması gereken şartları yukarıda saymıştık. Bu çerçevede anne veya babanın çocuklarının ölümü açısından bu tazminatı isteyip isteyemeyeceği sorusu akla gelebilir. Kanun koyucu söz konusu şartların her ne kadar ölüm anında var olmasını arasa da hayatın olağan akışı içerisinde çocuğun ileride yaşlanan anne ve babasına bakacağı kabul edilir. Bu açıdan çocuğun henüz anne ve babasına destek sağlayamadan ölmesi halinde anne ve baba ileride sağlanması kuvvetle muhtemel bu destekten yoksun kaldıklarını ileri sürebilirler. Bu şekilde çocuğun ölümü halinde destekten yoksun kalma tazminatı isteme hakkına sahip olurlar.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Nasıl Hesaplanır?

Destekten yoksun kalma tazminatının değerinin tespitinde belirli kıstaslar kullanılır. Ölen kişinin ekonomik imkanları ve bu imkanlar vasıtasıyla elde ettiği ya da ölmeseydi elde edeceği gelir tespit edilmeye çalışılması bunlardan biridir. Ölenin gelirinin tespitinde maaş bordroları bunlar yoksa meslek odalarından sorularak tespit edilecek gelir hesaba katılır. Ölenin gelirinin bu yollarla tespiti mümkün değilse emsal ücret tespit edilmeye çalışılmalıdır. Yine tazminatın hesaplanmasında yaşam süresi göz önüne alınır. Ölen evliyse, çocukları varsa veya bekar olmakla birlikte anne ve babasını destekliyorsa bunlarda destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında dikkate alınır.

Destekten yoksun kalma tazminatı hesaplaması teknik bir konudur. Örneğin tazminat bedeli ölen 30 yaşında ise kalan ortalama ömrünün belirlenmiş tablolardan tespiti yapılarak ödenecek tazminatta dikkate alınır. Ölüm dolayısıyla destekten yoksun kalan kişilere miras kalmış ise yargıtayın son zamanlarda kabul ettiği yaklaşım çerçevesinde bunların tazminatın hesaplanmasında indirim sebebi olarak sayılmayacağı yönündedir. Ölüm dolayısıyla SGK tarafından kaza sigortası kapsamında yapılan ödemeler ise belirli şartların varlığı halinde indirime tabidir. Ölüm dolayısıyla sigorta şirketi veya zarar veren tarafından yapılan ödemeler ise destekten yoksun kalma tazminatının indirim sebepleri arasındadır.

Destekten yoksun kalma tazminatı kusur bakımından önem taşımaktadır. Bu bağlamda haksız fiil sonucu istenen bir tazminat olmasından dolayı kusur sorumluluğu önem taşır. Ölen kişinin ölümünden sorumlu olan muhatabın ödeyeceği tazminatın hesaplanmasında kusur oranının tespiti önem taşır. Genellikle mahkemeler kusur tespitini bilirkişi raporunu göz önüne alarak tayin etmektedir. Destekten yoksun kalma tazminatında bilirkişi raporuna itiraz mümkündür. Kıdem ve ihbar tazminatı hesaplaması hakkında bilgi almak için tazminat hesaplama sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Pay Oranları

Destekten yoksun kalma tazminatında pay oranlarının dağıtımında kişinin medeni hali, kısıtlılık hali varsa kısıtlılığı, akıl ve beden sağlığı bakımından ne durumda olduğu, çalışıp çalışmadığı, çalışmıyorsa mesleki bir eğitiminin olup olmadığı gibi kapsamlı bir araştırma yapılır. İşte bu araştırma sonucunda ortaya çıkan duruma göre destekten yoksun kalma tazminatı pay oranları belirlenir. Her olayın kendine has durumlar içerebileceği göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle net bir pay oranı tablosuna göre işlem yapıldığını söylemek güçtür.

Yetkili Mahkeme ve Zamanaşımı

Destekten yoksun kalma tazminat davası genel kurallar gereğince davalı kişinin yerleşim yerinde açılmalıdır. Ancak davanın açılabileceği mahkeme bununla sınırlı değildir. Eğer sorumlu gerçek bir kişi değil bir kurum, şirket, vakıf veya dernek gibi tüzel kişiliğe sahipse dava şirket merkezinde veya olay bir şubenin yetki alanı içerisinde olmuş ise şubenin bulunduğu yerde açılabilir. Davacıya kanun tarafından birçok yetkili mahkeme tahsis edilmiştir. Bunlardan başka davacı zararın ortaya çıktığı yerde, zarar görenin yerleşim yerinde veya haksız fiilin yani olayın meydana geldiği yerde de bu davayı açabilir.

Örneğin Hasan akşam Sultan Ahmet meydanında dolaşırken Ali tarafından bıçaklanıp hayatına kaybettiği bir olay düşünelim. Bu durumda Hasan’ın eşi zararın meydana geldiği yer yani Sultan Ahmet meydanının bağlı bulunduğu yargı çevresinde davayı açabilir. Hasan’ın eşi isterse kendi yerleşim yerinde veya Ali’nin yerleşim yerinde de bu davayı açma olanağına sahiptir. Eğer Hasan olay yerinde değil de kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetseydi bu durumda eşi hastanenin bulunduğu yerde de bu davayı açmaya hak kazanırdı.

Destekten yoksun kalma tazminatı zamanaşımı süresi zarar verenin ve zararın öğrenilmesinden itibaren işlemeye başlar ve iki yıldır. Ancak yukarıdaki örnekte olduğu gibi kişi olay anında değilde hastaneye kaldırılıp bir süre tedavi gördükten sonra hayatına kaybederse tazminat isteme süresi kişinin hayatını kaybettiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

Ancak on yıl içerisinde zararı veren ve zarar öğrenilemez ise daha sonra dava açma olanağı bulunmamaktadır. On yıllık süre genel zamanaşımı süresi niteliğindedir.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1 (Yargıtay 17. Hukuk D. 2016/18069 E. 2019/8032 K.):

“Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyetince, başvuru sahiplerinin talebinin kabulü ile eş Hatun için 33.873,69 TL, çocuklardan Vedat için 1.701,85 TL, Cihan için 2.049,14 TL, Beritan için 4.616,57 TL ve Muhammet için 4.616,57 TL olmak üzere toplam 46.857,82 TL’nin temerrüt tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; davalı vekilinin itirazı üzerine Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetince, davalı vekilinin itirazının reddine karar verilmiş; Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
5684 sayılı Sigortacılık Yasasının 30/12. maddesi gereği sigorta tahkim komisyonlarının 40.000,00 TL’yi geçmeyen kararları kesindir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay’ca da temyiz isteminin reddine karar verilebilir. Davacılar ihtiyari dava arkadaşı durumunda olduğundan dolayı 40.000,00 TL’lik kesinlik sınırı her bir davacı yönünden ayrı ayrı gözetilmelidir. Bu sebeple davacılar yönünden verilen kararlar ayrı ayrı kesin niteliktedir.”

Karar 2 (Yargıtay 17. Hukuk D. 2016/18169 E. 2019/7839 K.) :

“Mahkemece; iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; kaza nedeni ile müteveffanın eşi … için toplam 103.753,21 TL olduğu, davalı … şirketinin sigortaladığı araç sürücüsünün kusurunun %50 olduğu göz önüne alınarak davacı için desteklik miktarının 51.876,61-TL olduğu, davalı tarafından davacıya 12/03/2013 tarihinde 66.685,37-TL ödeme yapıldığı, bu ödemenin, davalının sigortaladığı araç sürücüsünün kusur oranı dikkate alındığında, davalıyı sorumluluktan kurtarmış olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, ve aşağıda dökümü yazılı 15,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 24/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

İHTİYATİ HACİZ NEDİR?

İhtiyati Haciz

 

İhtiyati haciz, para ve parayla ölçülebilen teminat alacaklarına özgü takiplerde alacaklının korunması ve takibin semeresiz kalmaması için getirilmiş geçici bir hukukî korumadır.  İcra ve İflas Kanunu’nda düzenleme alanı bulan bu hukuki yol ile borçlunun icra takibini başarısız kılmaya yönelik davranışlarının önüne geçilmesi amaçlanır. Alacaklı geçici bir koruma şemsiyesi altına girer ve borçlunun mallarına geçici olarak el konulur. Makalemizde cevabını bulamadığınız sorularınızı sayfanın en altından sorabilirsiniz.

İhtiyati Haciz Şartları Nelerdir?

Mahkemeden ihtiyati haciz kararının istenebilmesi için belirli şartların bulunması gerekmektedir. İhtiyati haciz şartlarından ilki olarak söz konusu alacağın para borcu olması gereklidir. Bu borcun rehinle teminat altına alınmamış olması aranan ikinci şarttır. Son olarak istisnaları bulunmakla birlikte söz konusu borcun muaccel yani vadesinin gelmiş olması aranmaktadır. örneğin vadesi gelmemiş senet ihtiyati haciz talebine konu edilemez.

Borcun muaccel olması gerekliliğinin istisnaları mevcuttur. Borçlunun belirli bir yerleşim yeri adresinin bulunmaması hali bunlardan biridir. Ancak borçlu sadece Türkiye’de yaşamıyor diye yerleşim yeri adresinin olmaması şartı gerçekleşmiş sayılmaz. Yani söz konusu kişi yurt dışında yaşıyor ve yerleşim yeri adresi yurt dışında bulunuyorsa alacaklı bu istisnai halden faydalanamaz.

İcra İflas Kanunu 257. madde de sayılan bir diğer istisnai hal ise borçlu kişinin kaçması, mal kaçırması veya böyle bir hazırlık içerisinde bulunması halidir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken borçlu kişinin iradesinin bu eylemleri gerçekleştirmeye yönelik olup olmadığıdır. Yani borçlu, alacaklılar alacağını karşılayamasın diye kendi malını yakarsa kötü niyetli olarak yapmış olduğu bu davranış sonucu vadenin gelmesi beklenmeden söz konusu kararın verilmesi isteminde bulunulabilir. Ancak borçlunun malında yangın, deprem veya sel gibi borçlunun iradesi dışında meydana gelen değişiklikler ihtiyati haciz sebepleri olarak gösterilerek söz konusu kararın alınması mümkün değildir.

Vadesi gelmeden istisnai hallerin gerçekleşmesi sonucu mahkemece karar verilmesi ile birlikte alacaklının alacağı muaccel hale gelir ve o andan sonra İcra ve İflas Kanunu 264. maddesinde belirtilen sürelere uyulması gerekir. Aksi takdirde ilgili sürelerin geçmesiyle kararın etkisi kendiliğinden kalkar ve borç tekrar müeccel yani vadesi gelmemiş haline döner.

İhtiyati Tedbirle Farkları Nelerdir?

İhtiyati haciz, ihtiyati tedbirin özel bir türü olarak görülmektedir. Amaç bakımında ihtiyati tedbirden ayrılmaktadır. İhtiyati haciz kurumunun kullanılma amacı teminattır. Oysa ihtiyati tedbirin amacı teminat olabileceği gibi herhangi bir eda davranışı veya koruma amacı da olabilir. Yine ihtiyati haciz kurumunda konu sadece para alacaklarıdır. Ancak ihtiyati tedbir hukuki korumaya konu olabilecek her türlü talep için verilebilir. İhtiyati tedbir genel bir düzenleme statüsündedir. Diğer bir önemli fark ihtiyati haciz sebeplerinin kanun ile sınırlanmış olmasına rağmen ihtiyati tedbirin sebep açısından kanunda bir sınırlaması mevcut değildir.

İhtiyati Haciz Talebi Nasıl Yapılır?

Eğer alacak davası açıldıktan sonra talepte bulunulacaksa ihtiyati haciz talebi alacak davasına bakan mahkemeye yapılır. Alacak Davası ile ilgili detaylı bilgiye bu konudaki makalemizden ulaşabilirsiniz. İhtiyati haciz icra takibine başlanılmadan önce de talep edilebilir. Ödeme emrine itiraz edilmesi halinde itirazın iptali davası ve menfi tespit davası aşamasında da talep edilebilir.

Hangi Mahkemeden İstenir?

Alacak davası açılmadan önce talepte bulunulacaksa HMK’ya ilişkin hükümlere gidilmesi gerekir. Bu durumda alacağın miktarına bakılmaksızın söz konusu karar bakımından Asliye Hukuk veya Asliye Ticaret Mahkemeleri görevlidir. Arabuluculuk yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Ancak alacak kira ilişkisinden kaynaklanıyorsa Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir. Özel bir durum olarak eğer alacaklının alacağı özel mahkemelerin görev alanına giren bir alacak ise karar o mahkemeden alınmalıdır.

İhtiyati Haciz Teminat Miktarı Ne Kadardır?

Teminat, alacaklının çoğunlukla borçlu dahi dinlenmeden verilen ihtiyati haciz kararının talep edebilmesi için istenmektedir. Alacaklı istenen ihtiyati haciz teminat bedelini mahkeme veznesine yatırmadığı müddetçe kararı alması mümkün değildir. Uygulama da istenen teminat miktarı genellikle alacak miktarının yüzde on beşi kadardır.

İhtiyati haciz teminatı, karar icraya konulmuş ise belirli şartların varlığı halinde geri alınabilir.

İcra takibi borçlu açısından kesinleşmiş ise ilgili icra müdürlüğüne gidilerek takibin kesinleştiğine ilişkin derkenar alınmalıdır. Bu durumda ihtiyati haciz kesinleşmiş olur. Derkenar icra müdürlüğünde onaylatıldıktan sonra ihtiyati haciz teminat iadesi dilekçeniz ve derkenar ile mahkeme kalemine başvurulmalıdır.

İhtiyati Haciz Kararının Uygulanması Nasıl Yapılır?

Alacaklının, mahkemece verilen ihtiyati haciz kararının uygulanmasını yetkili icra dairesinden istemesi gerekir. İcra dairesince karar kapsamında borçluya ait taşınır, taşınmaz malları ve varsa alacakları haczedilebilir. Ancak alacaklı mahkeme tarafından on günlük ihtiyati haciz süresi içerisinde yetkili icra müdürlüğüne başvurmalıdır. Aksi takdirde ihtiyati haciz kararı kendiliğinden son bulur ve uygulanması mümkün olmaz. İcra dairesi tarafından on günlük süre göz önüne alınmadan uygulamaya konulan  kararlara karşı borçlu kişi tarafından şikayet yoluna başvurmalıdır. Çünkü söz konusu sürenin takibatının icra müdürlüğünde görevli memurlarca resen göz önüne alınması kanundan doğan bir sorumluluk halidir. Borçlu kişi tarafından yapılacak olan bu yöndeki bir şikayet için herhangi bir süre sınırı da söz konusu değildir.

Kararın uygulanması bakımından yetkili icra dairesi, kararı vermiş olan mahkemenin yargı çevresinde bulunan icra dairesidir. İcra dairesinin bu konudaki yetkisi kesin yetki hallerinden olduğu için icra dairesince resen gözetilmesi gerekir. Bir diğer önemli husus icra memurunun kararda gösterilen borçlu mal varlıkları ile bağlı olmasıdır. Yani kararda borçlunun üçüncü kişilerde bulunan alacaklarına haciz uygulanacağından bahsetmiyorsa icra memuru kendiliğinden bu alacakları dahil edemez.

Alacak yabancı bir para borcu dahi olsa alacaklı tarafından Türk parası cinsinden talepte bulunulması gerekir. Kararın uygulanması için gerekli olan masraflar alacaklı tarafından peşin olarak ödenmelidir.

Eğer borçlu kararın uygulanmasından önce söz konusu borcu ve masrafları öderse karar uygulanma kabiliyetini kaybedecektir. Ancak borçlu tarafından dikkat edilmesi gereken husus eğer alacak açısından bir faizi veya masrafı ödenmezse alacaklı bu kalemler bakımından kararın uygulanmasını sağlayabilir.

Karara İtiraz

İhtiyati haciz kararının verilebilmesi için alacaklı tarafından mahkemede kararın gerekliliğine ilişkin yaklaşık bir kanaat oluşturulması yeterlidir. Alacaklının söz konusu gerekliliği kesin olarak ispat etmesi aranmamıştır. Mahkeme tarafından karar verilirken borçlunun dinlenilmesi tamamen takdir alanında kalan bir konudur. Yani mahkemede borçlu dinlenilmeden de kararın çıkması mümkündür. Üstelik söz konusu kararın temyiz edilebilme olanağı dahi bulunmadığından borçlu kişi bakımından güç bir durum ortaya çıkmaktadır. Söz konusu düzenlemeleri ve borçlunun durumunu göz önüne alan kanun koyucu borçluya bir itiraz hakkı tanıma gerekliliği duymuştur.

Söz konusu itiraz yoluna borçlunun başvurabilmesi için öncelikle kararın yokluğunda verilmiş olması gerekir. Borçlu bu şartı sağladığı takdirde karara karşı üç konu üzerinden itiraz edebilir. İlk olarak kararın dayandığı sebeplere itiraz etmesi mümkündür. Yine mahkemenin yetkisine ve teminata itiraz etmesi de mümkündür. Borçlu sayılan bu üç sebepten birine dayanarak karara itiraz edebilir.

Yetkiye itiraz, ihtiyati haciz kararına ilişkin itiraz dilekçesinin yetkisiz olduğu öne sürülen mahkemeye yetkili mahkemede gösterilerek yedi gün içerisinde yapılmalıdır.

Teminata itiraz, alacaklının hiç veya yeterli teminat göstermemesi sebebiyle yapılır. Bu durumda mahkeme borçluyu haklı bulursa ihtiyati haciz kararının kaldırılmasına hükmedebileceği gibi teminat miktarını değiştirerek kararın sürmesine de karar verebilir.

Son olarak sebeplere itirazda borçlu borcun rehinle teminat altına alındığını, borcun muaccel olmadığını, istisnai durumlarda müeccel borçlar için verilen ihtiyati haciz kararının söz konusu istisnai durumların var olmadığı gerekçesiyle geçersiz olduğunu veya aynı borç için ikinci defa ihtiyati haciz kararı verildiğini ileri sürerek itiraz edebilir. Mahkemece talep kabul edilirse icra müdürlüğünden ihtiyati haczi kaldırması talep edilebilir.

İhtiyati Hacizli Mal Satılabilir Mi?

İcrai hacizlerde olduğu gibi ihtiyati hacizde de haciz satışa engel değildir. Ancak satışla birlikte haciz düşmez. Gayrimenkulün yeni alıcısı haczi kabul ederek almış olur ve borcun ödenmemesi halinde gayrimenkul icra yoluyla satışa çıkarılabilir.

Haksız Olarak Uygulanması Halinde Tazminat İsteminin Şartları Nelerdir?

Alacaklının kararı haksız olarak aldığı anlaşıldığı takdirde borçlu veya üçüncü kişi haksız ihtiyati haciz dolayısıyla uğramış oldukları zararın karşılanmasını tazminat davasıyla isteyebilirler.

Bu sebebe dayanarak tazminat davası açılabilmesi için belirli bazı şartların sağlanmış olması gerekir. İlk olarak söz konusu kararın uygulanmış olması gereklidir. Yani borçlu veya üçüncü kişinin mallarına kararın uygulanmış olması aranmaktadır. İkinci olarak söz konusu kararının haksız olması gerekir. Basit bir örnek olarak iddia edilen alacak yoksa veya alacak teminat altına alınmış olmasına rağmen karar uygulanmış ise haksızlık şartı sağlanmış olur. Üçüncü olarak ortaya bir zararın çıkmış olması gerekir. Burada anlaşılması gereken daha çok maddi zararlardır. Ancak BK 49. maddenin şartları sağlanıyorsa Yargıtay tarafından manevi tazminat isteminde bulunulabileceği de kabul edilmektedir. Son olarak da uygun nedensellik bağı aranmaktadır. Yani zarar, haksız olarak uygulandığı iddia edilen karar nedeni ile oluşmalıdır.

Tazminat davası genel mahkemelerde görülür ve görevli mahkeme genel hükümlere göre belirlenir. Kararı veren mahkemede de tazminat davasının açılması mümkündür.

Zamanaşımı ihtiyati haczin kaldırıldığı veya hükümsüz kaldığı tarihten itibaren işlemeye başlar ve iki yıldır.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1 (Yargıtay 23. Hukuk D. 209/2282 E. 2019/3683 K.):

“İİK’nın 268/1. maddesi uyarınca ihtiyaten haczedilen mallar kesin hacze dönüşmeden, başka bir alacaklı tarafından haczedilirse ihtiyati haczi sahibinin İİK’nın 100. maddesi şartlarında resen ve muvakkaten iştirak edeceği, yine İİK’nın 138. maddesi uyarınca muvakkat hacizler için ayrılmış hisseler vaziyet anlaşılıncaya kadar sağlam bir bankaya, banka bulunmayan yerlerde mahkeme veya icra sandıklarına yatırılır şeklinde düzenleme getirildiği, bu durumda davalı tarafın dosyasındaki ihtiyati haciz alacağının İİK’nın 268. maddesi yollaması ile İİK’nın 100. maddesi uyarınca kendiliğinden hacze iştirak edeceği, ihtiyati haciz takipleri bakımından İİK’nın 138/4. maddesi uyarınca hisse ayrılması gerektiği gerekçesiyle şikayetin reddine dair verilen karar şikayetçi vekilinin istinaf talebi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararı ile başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı şikayetçi vekili temyiz etmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre şikayetçi vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle şikayetçi vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA…”

Karar 2 (Yargıtay 11. Hukuk D. 2018/3486 E. 2019/5280 K.):

“ davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesince davacı talebi ihtiyati haciz olarak nitelendirilerek, davanın tespit davası olduğu, dava konusu yapılmayan alacak hakkında ihtiyati haciz kararı verilemeyeceği gerekçesiyle davacının tedbire yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilince, Bölge Adliye Mahkemesi’nin tedbire yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik hüküm kısmı temyiz edilmiş olup, 6100 sayılı HMK’nın 362/1-f bendi gereğince Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın temyizi kabil bulunmadığından, davacı vekilinin temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin REDDİNE, 11/09/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

YAĞMA SUÇU

yağma ne demek

 

Yağma suçu Türk Ceza Kanunu’nun 148 ve 50. Maddeleri arasında düzenlenmiştir. Yağma suçu ceza hukuku içerisinde bileşik suçlardan birisidir. Yağma ancak taşınır mallar bakımından uygulama alanı bulan bir suç tipidir.

Yağma Suçunda Mağdur ve Fail

Yağma suçunun faili toplumdaki her gerçek kişi olabilir. Kanun koyucu fail sıfatı için herhangi bir özellik aramamıştır. Mağdur açısından ise yağma fiili suç konusu malı eli bulunduran veya malı korumaya çalışan üçüncü kişilerdir. Yağma suçunda mağdur konumunda olabilmek için suçun oluşumunu sağlayan cebir veya tehdit fiilin kişi tarafından hissedilebilecek düzeyde olması gerekir. Bu nedenle yağma suçu ancak yaşayan kişilere karşı işlenebilecek suçlardandır. Suçun mağdurunun gerçek kişi ya da tüzel kişi olması fail olabilmenin aksine mümkündür. Mağdurun beden ve ruh sağlığı bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kimselerden biri olması durumunda yağma suçunun nitelikli halinin oluşumundan bahsetmek mümkündür.

Yağma Suçu ve Hırsızlık Suçu Arasındaki Farklar

Aradaki farklardan en belirgini hırsızlık suçunun oluşumu için fiilin cebir veya tehdit baskısı altında işlenmemiş olması gerekir. Cebir veya tehdit baskısıyla mağdur zilyetliğinde veya mülkiyetinde bulunan bir malı vermeye zorlanıyorsa yağma suçunun oluşumundan bahsetmek gerekir.

Yağma suçundan suçun doğası gereği mağdurun haberi vardır. Zira yağma suçunun oluşabilmesi için gerekli olan cebir veya tehdit fiilinin mağdura yöneltilmesi gerekir. Ancak hırsızlık suçunun gerçekleştirilmesi anında mağdurun fiilden haberi yoktur.

Kanun koyucu yağma suçunu işleyen fail hakkında hırsızlık suçuna nazaran daha ağır yaptırımlar öngörmüştür.

Yağma Suçunun Maddi ve Manevi Unsurları

Yağma suçunun maddi unsurlarını fail, mağdur, suçun konusu, hareket, nedensellik bağı ve netice oluşturur. Fail, mağdur ve suçun konusundan daha önceki başlıklar da bahsetmiştik. Yağma suçunun maddi unsurları arasında yer alan hareket alt başlığından kast edilen suçun nasıl işleneceğidir. Kanun koyucu yağma suçu bakımından iki seçimlik hareket öngörmüştür. Bunlar cebir ve tehdittir. Bir örnek üzerinden anlatmak gerekirse, failin mağduru yaka paça arabasından indirerek mağdura ait arabayı alıp gitmesi yağma suçunun seçimlik hareketlerden olan cebir yoluyla işlenmesine örnektir. Seçimlik hareket olarak tehdit kullanılmasına failin mağdura ailesinin elinde olduğunu söyleyip belirli bir miktar parayı kendisine vermeye zorlaması örnek verilebilir. Nedensellik bağı, kısaca yapılan eylemle meydana gelen durum arasında kabul edilebilir mantıksal bir bağın olması gerektiği şeklinde açıklanabilir. Netice ise suçun tamamlanması anını ifade eder. Neticeden söz edebilmek için cebir ve tehdit zoruyla mağdurdan suç konusu malın alınması veya mağdurun malın alınmasına karşı koyamayacak duruma gelmesi gerekir.

Yağma suçunun manevi unsurunu kast oluşturur. Türk Ceza Kanunu’nda söz konusu suçun taksirle de işlenebileceği düzenlenmediği sürece suçlar kast ile işlenir.

Yağma Suçunun Temel ve Nitelikli Hali

Yağma suçu tck 148. madde de temel halinin düzenlenmesiyle başlar. Temel hali, bir kişinin kendisinin veya yakınının hayatına, vücuduna veya cinsel dokunulmazlığına karşı saldırıda bulunacağını söyleyerek tehdit etmek veya cebir kullanarak bir malın teslimine zorlamak veya zorla almak şeklinde dile getirilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında yağma suçunun temel halini düzenlemeye devam eder. Buna göre birini veya yakınını cebir veya tehdit baskısı altında senetle borç altına sokmak ya da mağdurun elindeki senedin geçersizliğini sağlamaya çalışmak, boş senet imzalatmak veya eldeki senedi yok etmek de yağma suçunun temel haline girer.

Nitelikli yağma suçu tck 149. madde de düzenlenmiştir. Suçun silahla işlenmesi hali bunlardan biridir. Silah kavramından yalnızca ateşli silahlar ve kesici, delici, bereleyici aletler anlaşılmamalıdır. Kanun silah kavramını Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesinde düzenlemiştir. İlgili madde de dikkat edilmesi gereken durum savunma veya saldırı amaçlı yapılmamış olsa dahi saldırı ve savunmada kullanmaya elverişli şeyler denerek silah olarak tanımlanabilecek şeylerin önü açık bırakılmıştır. Bu bakımdan taş dahi silah vasfı taşıyabilir. Pek tabi silah olarak kullanılacak şeyin mağdur açısından bir tehdit veya cebir uygulamaya müsait bir araç olarak görünmesi gerekir ki suç oluşabilsin.

Yağmanın, failin kendini tanınmayacak hale sokarak işlemesi hali de nitelikli hallerdendir. Tanınmayacak hale örnek olarak failin suçu maske takarak işlemesi verilebilir. Yine fail sayısının çokluğu da kanun koyucu tarafından nitelikli haller arasında sayılmıştır. Aciz durumda olan kişilere karşı işlenmesi, suç örgütlerinin yarattığı intibaya güvenerek, suç örgütü için işlenmesi veya gece vakti işlenmesi yağma suçunun nitelikli hallerini oluşturur.

Yağma suçunun daha az cezayı gerektiren halleri iki tanedir. İlk olarak kişiler arasında bulunan bir hukuki ilişkiye dayanarak alacağın tahsili amacıyla tehditte bulunmak veya cebir uygulanması halinde yağma suçundan ceza verilmez. Bu durumda sadece tehdit veya kasten yaralama suçluna ilişkin hükümler uygulama alanı bulur. Diğer hal ise suçun konusunu oluşturan mal varlığının değerinin azlığıdır. Böyle bir halin bulunması halinde ceza indirilerek uygulanır.

Yağma Suçunda Uzlaşma ve Etkin Pişmanlık

Yağma suçunda etkin pişmanlık hükümleri uygulama alanı bulur. Buna göre kişi kendi özgür iradesiyle işlemiş olduğu yağma suçunun sebep olduğu zararları telafi edici davranışlarda bulunursa etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabilir. Telafi edici davranış olarak suç birden çok kişi tarafından işlenmiş ise etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyen kişinin suç ortaklarının ismini vermesi, suça azmettiren birinin bulunması halinde bu kişinin ismini vermesi veya suça yardım eden sıfatıyla katılan kimselerin ismini vermesi sayılabilir. Yine yağma suçunu işleyen kişi mağdurun zararını giderirse etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması gündeme gelecektir.

Yağma suçunda uzlaşma mümkün değildir. Kanun koyucu uzlaşma kapsamına giren suçları düzenlerken yağma suçuna yer vermemiştir.

Yağma Suçu İnfazı ve Zamanaşımı

Yağma suçu infazının temel hal bakımında süresi altı yıldan on yıla kadardır. Yağma suçunun kanunda sayılan nitelikli hallerden biriyle işlenmesi halinde infaz süresi on yıldan on beş yıla kadardır. Ayrıca fail yağma suçunu işlerken kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış hallerinden birinin gerçekleştirilmesini sağlamış ise yağma suçunun infazından ayrı olarak kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerde uygulama alanı bulur. Kasten yaralamaya ilişkin daha detaylı bilgiye Kasten Adam Yaralama Suçu makalesinden ulaşabilirsiniz.

Yağma suçunda Türk Ceza Kanunu’nun 150. Maddesinin ikinci fıkrasında geçen durumun varlığı söz konusu ise verilecek infaz süresi somut olaya göre üçte birden yarıya kadar indirilebilir.

Yağma Suçunda Şikayet ve Görevli Mahkeme

Yağma suçu, kanun koyucunun düzenlemesi nedeniyle şikayete tabi bir suç değildir. Mağdurun fiili şikayet etmesine gerek yoktur. Durumun varlığından cumhuriyet savcısının haberi olduğu anda suç hakkında soruşturma resen başlatılır. Bu bakımdan mağdura yönelik şikayet süresinin geçtiğine yönelik telkinler gerçeği yansıtmamaktadır. Ancak her ne kadar şikayet süresi bulunmayan bir suç olsa da dava zamanaşımı süresi mevcuttur. Dava zamanaşımı süresi suçun işlendiği tarihten itibaren on beş yıldır. On beş yıl içerisinde suç ile ilgili araştırmalarda bulunulmaması halinde soruşturulma yapılması mümkün değildir.

Yağma suçunun on sekiz yaşını doldurmuş kişiler tarafından işlenmesi halinde görevli mahkeme ağır ceza mahkemesidir. Ancak suçun on sekiz yaşından küçük kişiler yani çocuklar tarafından işlenmesi halinde davaya çocuk ağır ceza mahkemesi bakmakla görevlidir.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1:

“Sanığın tüm aşamalarda istikrarlı şekilde, katılanı darp ettiğini ikrar etmekle birlikte, katılanda herhangi bir şekilde para istemediğini beyan ettiği, sanık savunmasının tanık beyanları ile de sabit olduğu, olayın gerçekleştiği parkta bulunan diğer kişilerin ihbarı üzerine olay yerine polislerin geldiği ancak katılanın yağma iddiası ile herhangi bir ihbarda bulunmadığı gibi polislere “bir şey yok” diyerek işlem yapmamalarını sağlamış olması, polislerin gitmesinden sonra da sanık ile birlikte parkta oturup sohbet etmeye devam etmiş bulunması, katılanın olaydan sonra hastaneye gittiğinde de yaralanmanın kaza sonucu meydana geldiğini belirtmiş bulunması karşısında; tanık anlatımları ile doğrulanan sanık savunması uyarınca, eylemin nitelikli yağma suçunu oluşturduğuna dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından, sanığın eyleminin basit yaralama suçu olarak vasıflandırılmasında bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamenin bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.” Yargıtay  3. Ceza D. 2019/4772 E. 2019/15772 K.

Karar 2:

Yakınanların boş arazide bulunan barakaya götürüldüklerinin anlaşılması karşısında; sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan zamanaşımı içerisinde işlem yapılması olanaklı kabul edilip;

Yağmaya teşebbüs suçlarının, silahla ve birden fazla kişiyle birlikte işlendiğinin anlaşılması karşısında; sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nin 149. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinin yanı sıra (a) bendi ile de uygulama yapılması gerektiğinin düşünülmemesi, karşı temyiz olmadığından; bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, sanık … ve savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, eleştiri dışında usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, 04.07.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 6. Ceza D. 2017/2345 E. 2019/4168 K.

KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ

kat karşılığı inşaat sözleşmesi şekil şartı

 

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi ya da arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uygulaması yaygın olan ve bu nedenle en çok uyuşmazlığın çıktığı alanlardan biridir. Sözleşmenin kanunda doğrudan düzenlenmemiş olması ve uygulama yolu ile ortaya çıkmış olması bu konuda çıkan ihtilafların çözümünde emsal Yargıtay kararlarının önemini artırmıştır. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin taraflarını arsa sahibi ve yüklenici konumunda bulunan müteahhit oluşturur. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin konusunu arsa sahibinin arsanın belirli bir bölümünü veya tamamını yükleniciye devretmesini ve yüklenicinin ise devredilen arsa üzerine inşa edeceği bağımsız bölümlerden bir kısmını arsa sahibine teslim etmesi oluşturur.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi ve Hukuki Niteliği

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi tipik bir sözleşme değildir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinin içinde gayrimenkul satış vaadi ve eser sözleşmeleri bulunur. Arsa sahibinin arsa payını yüklenici konumunda olan müteahhite devretmesi veya devretmeyi taahhüt etmesi gayrimenkul satış sözleşmesi veya gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi kapsamına girer. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi hakkında daha detaylı bilgiye Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi makalesinden ulaşabilirsiniz. Yüklenicinin devredilen arsa üstünde sözleşmeyle kararlaştırılan niteliklere haiz bir eser çıkarması ise eser sözleşmesi kapsamında yapılır. Bu haliyle kat karşılığı inşaat sözleşmesi karma bir sözleşme yapısına sahiptir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Şekil Şartları

Genel olarak Türk Borçlar Kanunu sözleşme serbestisini kabul etmiştir. Yani bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için taraf iradelerinin birbirine uyumlu olması yeterlidir. Ancak kanun koyucu benimsediği bu genel görüşten bazı durumlarda ayrılmıştır. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi de Türk Borçlar Kanunu’nun genel kabulünden farklı şekil şartlarına bağlanmıştır.

Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde arsa sahibinin yükümlüğü olan arsa payının yükleniciye devri Türk Medeni Kanunu’nun 706. maddesi gereği resmi şekilde yapılmalıdır. İlgili madde gereği kat karşılığı inşaat sözleşmesinde devir işlemleri resmi şekle tabidir. Ayrıca sözleşmede değişiklik yapılacağı takdirde de değişikliğin resmi şekilde yapılmasını aramıştır. Türk Borçlar Kanunu 213. maddesinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmelerinin resmi şekilde yapılmadıkça geçerli olmayacağından bahseder. Asıl sözleşmenin bir parçasını oluşturan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin noter tarafından düzenlenmesiyle resmi şekil şartı sağlanmış olur.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Cezai Şart Uygulaması

Cezai şart Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Cezai şart, alacaklı tarafından borçluya karşı bir baskı aracı olarak kullanılabilir. Cezai şartın amacı borçlunun kararlaştırılan edimi zamanında ve sözleşmeye uygun şekilde yapmadığı takdirde alacaklının uğrayacağı zararı karşılamaya yönelik bir güvence sağlamasıdır. Cezai şartın illa para olarak kararlaştırılması gerekmez. Önemli olan kararlaştırılan edimin ekonomik bir değer atfedilebilir olmasıdır.

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde cezai şartın kullanım amacı, yüklenici konumunda olan müteahhiti arsa devri karşılığında yapmayı taahhüt ettiği bağımsız bölümleri sözleşmede kararlaştırılan tarihte teslim etmemesi durumunda belirli bir ekonomik yaptırıma maruz bırakmak ve alacaklının muhtemel zararlarının önüne geçmektir. Cezai şart gecikilen her gün için belirli bir meblağın ödenmesi şeklinde öngörülebileceği gibi toplu bir meblağda öngörülebilir.

Cezai şartın uygulamada üç hali vardır. Birinci hali seçimlik cezai şarttır. Bu türde alacaklı aksi sözleşmeden anlaşılmadığı müddetçe ya ifanın yerine getirilmesini ya da kararlaştırılan cezai şartın ödenmesini isteyebilir.

İkinci hali ise daha çok kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde uygulama alanı bulan ifaya eklenen cezai şarttır. Bu halde ise cezai şart, borcun belirlenen zaman ve yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa asıl alacakla birlikte istenmesi mümkündür.

Üçüncü hali ise borçlunun sözleşmede kararlaştırılan cezai şart bedelini ödeyerek sözleşmeden dönmesidir. Bu durumda borçlu durumunda bulunan yüklenici kararlaştırılan cezai şart miktarını ödeyerek sözleşmeden dönebilir veya kat karşılığı inşaat sözleşmesini feshedebilir. Bunun için borçlunun sözleşmeden dönmeye veya sözleşmeyi feshetmeye yetkili olduğunu ispat etmesi yeterlidir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Feshi

Fesih ileriye yönelik olarak hukuki sonuçlarını doğuran ve sözleşmenin tarafları bağlayıcılığını ortadan kaldıran bir kurumdur. Sözleşmeden dönme ise geriye etkilidir yani taraflar o ana kadar ifa etmiş oldukları edimleri de geri verirler. Ancak sözleşmenin feshi durumunda sözleşme o andan itibaren ileriye etkili olarak sona ereceği için daha önce ifa edilmiş edimlerin iadesini taraflar talep edemezler. Yukarıda açıklanan farka rağmen günlük hayatta ve kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle ilgili Yargıtay kararlarında da istikrar kazanan haliyle dönmeden geriye etkili fesih olarak bahsedilmektedir.

Arsa sahibinin sözleşmeyi feshetmesi Türk Borçlar Kanunu’nda farklı yerlerde toplanmıştır. İlk olarak arsa sahibinin teslim gününü beklemeden sözleşmeden dönmesi yani geriye etkili fesih hakkına bakalım. Buna göre yüklenici işe kararlaştırılan zamanda başlamaz veya işe başlar ama işi geciktirirse ya da arsa sahibine yüklenemeyecek bir sebepten ötürü işin zamanında bitmeyeceği anlaşılırsa arsa sahibi teslimi beklemeden sözleşmeyi feshedebilir. Müteahhitin kusuru bulunmasa dahi arsa sahibi bu sebeplerle sözleşmeyi feshedebilir. Ancak arsa sahibinin bu hakkı kullanabilmesi için yükleniciye ihtar çekmesi gerekir.

Arsa sahibinin başvurabileceği bir diğer yol ise yüklenicinin ayıptan doğan sorumluluğuna gitmektir. Bu durumda arsa sahibinin teslim edilen eserde ayıpla karşılaşması sonucunda seçimlik hakları mevcuttur. Söz konusu ayıp eğer eserden beklenen faydayı çok güçleştiriyorsa veya sözleşmede kararlaştırılan hükümlere ciddi derecede aykırılık mevcut ise arsa sahibi sözleşmeden dönebilir.

Bir ikinci hakkı ise kusur oranında bedelden indirim isteyebilir. Son olarak aşırı masraf gerektirmediği ölçüde masrafları yükleniciye ait olmak üzere onarım hakkını kullanması mümkündür.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Feshinin Şekli ve Zamanaşımı

Arsa sahibi dönme (geriye etkili fesih) hakkını teslimden itibaren 5 yıl içinde kullanmalıdır. Ancak yüklenici ağır kusurlu ise süre 20 yıldır. Ayıbın bildirim şekli açısından kanun koyucu özel bir şekil şartı öngörmediği için genel bildirim şartları uygulanır. Buna göre arsa sahibinin yükleniciyi ayıptan herhangi bir iletişim aracıyla haberdar etmesi yeterlidir. İspat kolaylığı açısından ayıp bildiriminin noter aracılığıyla veya yazılı bir şekilde bildirilmesi önem arz etmektedir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinde Yüklenicinin Temerrüte Düşme Hali

Temerrüt halinin varlığından söz edebilmek için söz konusu borcun muaccel yani talep edilebilir bir aşamada olması gerekir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi bakımından talep edilebilirlik şartı söz konusu inşaatın sözleşmede kararlaştırılan sürenin sonunda teslim edilebilir duruma gelmesiyle saptanır. Eğer yüklenici sözleşmede öngörülen süre zarfında borcunu yerine getirememiş ise temerrüt hali için aran borcun muaccel olması şartı gerçekleşmiş olur. Arsa sahibine, kanun koyucu sözleşmede kararlaştırılan süre zarfından önce de yükleniciyi temerrüte düşürme imkanı vermiş ancak bunu şarta bağlamıştır. Eğer işin gidişatından borcun kararlaştırılan süre zarfında tamamlanamayacağı açıkça anlaşılıyorsa arsa sahibi sürenin dolmasını beklemeden de yükleniciyi temerrüte düşürebilir. Temerrüt halinin oluşabilmesi için gerekli olan bir diğer şart ise arsa sahibi tarafından yükleniciye ihtar çekilmesidir. İhtarın içeriğinden alacaklı konumunda olan kişinin ifayı talep ettiği ve ifaya hazır olduğunun anlaşılması gereklidir.

İhtar ile birlikte alacaklı borçluya bir aylık bir süre vermek zorundadır ve bu süre zarfı içerisinde edimin yerine getirilmesini ister. Buna rağmen borçlu edimi yerine getiremezse temerrüt hali gerçekleşir. Açıklanan şartlar gerçekleştiğinde alacaklı borçludan ilk olarak edimin ifasını ve gecikme tazminatını isteme hakkına kavuşur. Bu hakkı kullanmak istemeyen alacaklı ifadan ve gecikme tazminatından vazgeçerek borcun ifa edilmemesinden kaynaklı zararının karşılanmasını ister veya sözleşmeden dönebilir. Son olarak alacaklının kullanabileceği fesih hakkı da mevcuttur. Bu durumda sözleşme ileriye etkili olarak son bulur ve alacaklı konumunda bulunan kişi fesihle birlikte her türlü zararının karşılanmasını isteyebilir. Unutulmamalıdır ki bu haklar seçimlik hak oldukları için hepsinin birden istenmesi söz konusu olamaz.

 Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesinin Sona Ermesi

Kat karşılığı inşaat sözleşmesi sözleşmeden dönme/fesih halleri dışında sözleşmenin ifası ile veya ifa dışında kalan diğer haller ile sona erer. İfa dışında kalan diğer hallerden anlaşılması gereken yüklenicinin ölmesi, aciz duruma düşmesi veya imkânsızlık halinin gerçekleşmiş olmasıdır. İmkansızlık halinden anlaşılması gereken sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkan ve borçluya herhangi bir kusur atfedilemeyecek derecede olan imkansızlıklardır.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Görevli Mahkeme

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde ortaya çıkan uyuşmazlıklara bakmakla yetkili olan mahkeme asliye hukuk mahkemeleridir. Ancak sözleşmenin her iki tarafı da tacir sıfatına sahipse uyuşmazlık ticari bir nitelik kazanacağından dolayı asliye ticaret mahkemeleri bakmakla görevli hale gelir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi İle İlgili Yargıtay Kararları
Karar1 (Yargıtay 23. H.D. 2016/5977 E. 2019/3492 K.) :

“Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre davacının da maliki olduğu taşınmazın 6306 Sayılı Yasa kapsamında bulunması nedeniyle üzerinde bulunan binanın yıkılmak suretiyle arsa vasfını kazandığı bu bağlamda kat mülkiyetinin kendiliğinden yasa gereğince sona erdiği, hissedarların almış olduğu karar gereğince davalı şirket ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yaptıkları sözleşmede tarafların haklarının güvence altına alınması için yeterli teminatın mevcut olduğu davacı tarafın inşaatı üstlenen davalı şirketin üstlendiği işi yapması için yeterli olmadığı yönündeki iddialarının soyut iddia şeklinde olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.09.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”

Karar 2 (Yargıtay 23. H.D. 2016/7423 E. 2019/2400 K.) :

“Dava, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
TMK’nın 692. maddesince; paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması oybirliğiyle aksi kararlaştırılmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır. Sözleşme konusu taşınmaz üzerine arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılabilmesi ve sözleşmenin paydaşları ve yükleniciyi bağlayıcı olması için tüm paydaşlarca veya yetkili temsilcilerince sözleşmenin imzalanmış olması veya yapılan sözleşmeye “onay” verilmesi zorunludur.
Somut olayda, davacı arsa sahibi ile davalı yüklenici kooperatif arasında düzenlenen 14.07.1999 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, parselin tüm paydaşlarının katılımı sağlanmadığından geçersizdir. Geçersiz sözleşmenin ifası istenemeyeceğinden taraflar birbirlerine verdiklerini TBK’nın 77. maddesine dayanarak sebepsiz zenginleşme kurallarına göre talep edebilirler. mahkemece, davacının talebi olması halinde sözleşmeye konu davalı yükleniciye devrettiği hisselerinin iadesine, mümkün olmadığı takdirde hisselerin güncel değerinin arsa sahibine verilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.

CİNSEL SALDIRI SUÇU

basit cinsel saldırının ispatı

 

Cinsel saldırı suçu Türk Ceza Kanunu’nun 102.maddesinde düzenlenmiştir. Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar arasında nitelik bakımından en ağır olanıdır. Cinsel saldırı failin cinsel tatmine yönelik davranışlarıyla mağdurun vücut dokunulmazlığını ihlal etmesiyle oluşur. Korunan hukuki değer kişinin vücut dokunulmazlığıdır.

Cinsel Saldırının Benzer Suçlardan Farkı

Cinsel saldırı suçu ya da halk arasında bilinen ismiyle tecavüz suçu bireyin vücut dokunulmazlığınız en ağır biçimde ihlal edildiği suçlardandır.

Cinsel saldırı suçunun cinsel taciz suçundan en büyük farkı cinsel taciz suçunda mağdurun vücut dokunulmazlığına karşı fiziksel herhangi bir müdahalenin bulunmamasıdır.

Cinsel saldırı suçu niteliğinde bir suçun kanun tarafından çocuk olarak kabul edilen kişilere karşı işlenmesi durumunda cinsel saldırı suçundan değil cinsel istismar suçundan bahsedilecektir. Cinsel istismar suçu görüldüğü üzere korumayı hedeflediği mağdurun niteliği bakımından cinsel saldırı suçundan ayrılmaktadır. Cinsel istismar suçuyla ilgili daha detaylı bilgiye “Cinsel İstismar Suçu” makalesinden ulaşabilirsiniz.

Cinsel saldırı suçu ile reşit olmayanla cinsel ilişki suçu arasındaki en büyük fark mağdurun yaşı noktasında toplanır. Reşit olmayanla cinsel ilişki suçu sadece on beş – on sekiz yaş aralığında bulunan ve algılama yeteneği yeterince gelişmiş kişilere karşı cinsel ilişkiye girmek yoluyla işlenebilirken cinsel saldırı suçunun oluşumu için cinsel ilişki şartı aranmamıştır. Cinsel saldırı suçunun oluşumu açısından sarılmak, öpmek, belirli bir süre dokunmak gibi eylemler yeterli iken reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun oluşumu bakımından bu fiiller suça hayat vermez.

Cinsel Saldırı Suçunda Mağdur ve Fail

 

Temel şekli bakımından kanun koyucu failde herhangi bir özellik aramamıştır. Fail suç oluşturan fiili kendi cinsine veya karşı cinse yönelik işleyebilir. Fail bakımında özellik arz eden durumlardan biri ise cinsel saldırı suçunun nitelikli hallerinden biri olan ve Türk Ceza Kanunu’nun 102. Maddesinin 2. fıkrasındaki haldir. İlgili madde fıkrasına göre cinsel saldırı suçunun oluşumuna sebep olan fiillerden biri olan ve nitelikli hal olarak kabul edilen, suçun vücuda organ veya başkaca bir cisim sokulması yoluyla evlilik birliği içerisinde bulunan kişiler tarafından eşe karşı gerçekleştirilmesidir. Bu durumda evlilik birliği içerisinde bulunan kişilerin eşe karşı sayılan fiiller yoluyla cinsel saldırı suçunu işlemeleri halinde suçun soruşturulması ve kovuşturulması mağdur eşin şikayetine bağlı kılınmış ve cezası on iki yıldan aşağı olmayacak şekilde düzenlenmiştir.

Failde bulunması durumunda suçun cezasını artıracak başkaca birtakım özelliklere aynı maddenin 3. Fıkrasında da yer verilmiştir. Bu durumları şöyle özetleyebiliriz:

  • Fiilin kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağlamış olduğu yetkiler kullanılarak işlenmesi,
  • Failin mağdurun üçüncü derece dahil kan (üçüncü derece kan hısımlarına örnek olarak yeğen, dayı, amca, hala sayılabilir) veya kayın hısımlarından (üçüncü derece kayın hısımlarına örnek olarak eşin amcası, halası, dayısı, teyzesi sayılabilir) biri konumunda olması durumunda,
  • Üvey ana, üvey baba veya üvey kardeş ilişkisinin bulunması,
  • Fail ile mağdur arasında evlatlık ilişkisinin bulunması.

Yukarıda sayılan nitelikli hallerin olayda mevcut olması halinde faile verilecek ceza miktarı yarı oranında artırılarak verilir.

Cinsel saldırı suçunun mağduru bakımından cinsiyetin önemi yoktur. Evli veya bekarlık halinin suçun oluşumu bakımından önemi bulunmamaktadır. Mağdur bakımından önem taşıyan nokta yaştır. Cinsel saldırı suçunun mağduru on sekiz yaşından küçük olamaz.  Mağdurda özellik arz eden bir diğer nokta mağdurun bedenen veya ruh sağlığı açısından kendini koruyamayacak durumda olmasıdır. Diğer bir deyişle savunmasız ve aciz durumda bulunan mağdura karşı cinsel saldır suçunun gerçekleştirilmesi suçun nitelikli hallerinden biri olarak kabul edilmiş ve cezası artırılarak tayin olunmuştur.

Temel ve Nitelikli Hali

Cinsel saldırı suçunun temel şekli TCK’nın 102. Maddesinin ilk fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre suçun temel şekli cinsel davranışlarla kişinin vücut dokunulmazlığının ihlal edilmesidir. Suçun temel şeklinin oluşumu için cinsel ilişkiye girmek şart değildir. Bu bağlamda suçun temel şekline öpmek, ısrarla dokunmak gibi eylemler de hayat verebilir. Önemli olan fiziksel bir temasın olmasıdır.

Cinsel saldırı suçunun temel şeklinden daha az cezayı gerektiren halini sarkıntılık fiili oluşturur. Sarkıntılık fiili de fiziksel bir temas içermek zorundadır. Ancak suçun temel şekline kıyasla hafif, ani ve tekrar edilmeyen eylemlerle işlenmesi mümkündür. Sarkıntılık fiiline cinsel amaç güderek mağdurun beline sarılmak, kolunu tutmak vb. örnek olarak verilebilir.

Nitelikli cinsel istismar suçu ise vücuda organ veya sair bir cisim sokularak gerçekleştirilebilir. Günlük hayatta tecavüz suçu olarak bilinen durum cinsel saldırı suçunun nitelikli halidir. Fail organ dışında başkaca bir cisim sokarak da bu suçu işleyebilir. Bu bakımdan cismin vücuda sokulması eyleminin cinsel bir motivasyonla yapılmasına gerek yoktur.

Suçun silah kullanılarak veya birden çok kişi tarafından birlikte işlenmesi veya insanların toplu olarak bulunması gereken yerlerin sağlamış olduğu avantajlardan yararlanarak işlenmesi hali de cinsel saldırı suçu bakımından nitelikli hal sayılmıştır. Nitelikli hallerin kalan kısmını bir önceki başlığımızda incelemiştik.

Şikâyet, Zamanaşımı ve Uzlaşma Durumu

Şikâyete tabi olan iki durum söz konusudur. Şikayet fail ve fiil öğrenildikten itibaren altı ay içerisinde yapılmalıdır. Birincisi sarkıntılık fiili ile gerçekleştirilen cinsel saldırı suçudur. Bu durumda soruşturma ve kovuşturma yapılması şikâyete tabidir. İkinci hal ise Türk Ceza Kanunu’nun 102. Maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulmak suretiyle evlilik birliği içerisinde bulunan eşler arasında işlenmesi halidir. Söz konusu durumun soruşturulması ve kovuşturulması da şikâyete tabi tutulmuştur. Bu sayılan iki halde cinsel saldırı suçu bakımından şikâyetten vazgeçmek de mümkündür.

Cinsel saldırı suçu bakımında en çok merak edilen durumlardan biri de etkin pişmanlık halidir. Etkin pişmanlık yapısı gereği her suç türü bakımında uygulama alanı olan bir kurum değildir. Etkin pişmanlıktan söz edebilmek için öncelikle kanunda ilgili suçla ilgili etkin pişmanlık hükmünün bulunması gerekir. Cinsel saldırı suçu bakımından kanun koyucu etkin pişmanlık müessesini düzenlenmediği için uygulama alanı yoktur. Aynı zamanda kanunda düzenlenen uzlaştırma kapsamındaki suçlara da dahil edilmemiştir.

Dava zamanaşımı ikiye ayrılır. Eğer suç sarkıntılık fiiliyle işlenmiş ve şikâyet hakkı kullanılmış ise dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır. Bunun dışında bulunan suçun temel ve nitelikli hallerinin tamamında dava zamanaşımı süresi on beş yıldır.

Cinsel Saldırı Suçunda İspat ve İftira

Suçun ispatı için taraflar her türlü hukuki delile başvurmakta serbestlerdir. Bu kapsamda mağdur konumunda bulunan şahsın adli rapor tespiti veya muayene raporu ile cinsel saldırının boyutunu ve kapsamını tespit ettirmesi mümkündür. Suçun ispatı için sosyal medya hesapları aracılığıyla veya whatsapp gibi mesajlaşma uygulamaları üzerinden gönderilen her türlü ses, yazı veya görüntünün delil olarak sunulması mümkündür. Ayrıca halin gerektirdiği ölçüde tarafların telefon sinyallerinin mahkemece istenmesi ile olay günü ve saatinde tarafların bulundukları konumların tespiti de suçun aydınlatılmasında büyük önem taşıyan unsurlardandır. Bu ispat vasıtaları sadece mağdur açısından önemli değildir. Aynı zamanda üzerine atılı suçtan şüpheli veya sanık durumunda olan kişi de suçsuzluğunu ispat etmek için kullanabilir.

Bir suçu işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturulma veya kovuşturulma başlatılması amacıyla bir kimseye iftira atan kimsenin kendisi iftara suçunun faili konumuna gelir. Cinsel saldırı suçunu işlediği iddiasıyla iftira atılan kimse mahkûm olursa ve bu durum daha sonra ortaya çıkarsa suçsuz yere mahkûm olan kimse cinsel saldırı suçundan beraat eder.

Görevli Mahkeme

Sarkıntılık düzeyinde kalan fiiller bakımından asliye ceza mahkemesi yetkilidir. Bu halin dışında kalan tüm haller ağır ceza mahkemesinin görev alanına girer.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1 :

“Sanık … hakkında basit cinsel saldırı suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak; Sanığın, yolda yürümekte olan katılanın arkasına yaklaşarak sol kalçasını eliyle okşaması şeklindeki eyleminin ani ve kesintili gerçekleşip, kısa süreli olması nedeniyle sarkıntılık düzeyinde kaldığı gözetilerek 28.06.2014 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda yapılan değişiklik de nazara alınıp, belirlenecek lehe Kanuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanuna aykırı, sanık …’un temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.06.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”  Yargıtay 14. Ceza D. 2015/5877 E. 2019/10306 K.

Karar 2:

“Sanık hakkında mağdure …’e yönelik cinsel saldırı eylemi nedeniyle kurulan hükmün incelenmesinde; Mağdurenin aşamalardaki beyanlarında olay günü odasına gittiği sanığın pantolonunun fermuarını açıp kendisine cinsel organını gösterdiğini, odayı terk etmek amacıyla yanından geçtiği esnada belinin alt kısmını okşamaya çalıştığını beyan etmesi karşısında, mağdure beyanlarından vücuda temas hususunun şüphede kalması nedeniyle bu hususun tereddüte yer vermeyecek biçimde mağdureye açıklattırıldıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve tesbiti gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanuna aykırı, sanık müdafisinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün … sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek … sayılı CMUK’nın 321 ve 326. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 21.05.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 14. Ceza D. 201/8668 E. 2019/9913 K.

CİNSEL İSTİSMAR SUÇU

cinsel istismar zamanaşımı

 

Cinsel istismar suçu Türk Ceza Kanunu’nun cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar bölümünde düzenlenmiştir. Cinsel istismar suçunun korumayı hedeflediği kesim kendini korumaktan aciz durumda olan çocuklardır.

Cinsel istismar Suçunun Mağduru ve Faili

Cinsel istismar suçunun mağduru olan çocuk kavramı kanunda 18 yaşını doldurmamış kimse olarak tanımlanmıştır. Suçun mağduru çocuk bakımından yasa yaşa göre bir ayrım öngörmüştür. Buna göre:

  • Cinsel istismar suçunun 15 yaşını tamamlamamış çocuğa karşı işlenmiş olması
  • Cinsel istismar suçunun 15 yaşını tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki sonuç ve anlamlarını algılama yeteneği olmayan çocuğa karşı işlenmesi
  • 15 ve 18 yaş aralığında bulunan çocuklara karşı iradeyi etkileyen bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilmesi

Yukarıda maddeler halinde yapılan ayrıma dayanarak yasanın fiilin hukuki sonuç ve anlamını algılamaktan yoksun bulananlara karşı işlenen cinsel istismar suçunu cezalandırmaya daha fazla önem verdiğini söyleyebiliriz.

Cinsel istismar suçunun faili bakımından ise yasa herhangi bir özellik aramamıştır. Herkes tarafından işlenebilen bir suçtur. Fail mağdurla farklı cinsiyete olabileceği gibi aynı cinsiyette de olması mümkündür. Fail bakımından özellik arz eden tek durum fail konumunda olan kişinin de çocuk olmasıdır. Eğer fiil sarkıntılık düzeyinde kalmış ve bu suçun faili de çocuk ise soruşturulması ve kovuşturulması mağdurun, velisinin veya vasisinin şikayetine bağlı kılınarak fail konumunda dahi olsa çocuk statüsünde bulunan kişiler korunmaya çalışılmıştır.

Temel Şekli ve Cezası

Cinsel istismar suçunun temel şeklinin meydana gelmesi için failin mağdur konumunda bulunan çocuk üstünde cinsel arzularını veya bu mahiyetteki diğer eylemlerini gerçekleştirmeye çalışması ancak bu eylemlerin cinsel ilişki düzeyine varmaması yeterlidir. Suçun oluşumu bakımından failin cinsel olarak tatmin olması aranmamıştır. Cinsel istismar fiili aynı zamanda kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçuna da sebep olabilir. Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ile ilgili detaylı bilgiye bu konudaki makalemizden ulaşabilirsiniz.

Cinsel istismar suçunun temel şekli için yasada öngörülen ceza sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasıdır. Ancak mağdur on iki yaşını tamamlamamış bir kimseyse verilecek ceza on yıldan az olamaz.

Cinsel istismar suçunun bir diğer işleniş biçimini suçun temel şeklinden daha az cezayı gerektiren sarkıntılık fiili oluşturur. Sarkıntılık ve istismar arasındaki en büyük farklılık sarkıntılık fiilinin süreklilik arz etmemesi ve yüzeysel olmasıdır. Sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel istismar suçu bakımından da mağdur çocuğa karşı bedensel bir temasın olması aranmaktadır. Ancak bu temas cinsel istismar suçunun temel şeklinin oluşumu için yeterli olmayacak bir derecede olmalıdır.

Cinsel istismar suçunun sarkıntılık düzeyinde kalması durumunda verilecek ceza üç yıldan sekiz yıla kadardır. Ancak mağdur on iki yaşını tamamlamamış bir kimseyse verilecek ceza beş yıldan az olamaz.

Cinsel İstismar Suçunda Rıza

 

Failin, fiilin mağdurun rızası dahilinde işlendiğini iddia etmesi durumunda mağdur konumunda bulunan çocuğun yaşına göre bir ayrım yapmak gerekir. Kanun koyucu cinsel istismar suçunda rızaya sınırlı bir alan tanımıştır. Buna göre mağdur konumunda olan çocuk sıfır- on beş yaş aralığında veya on beş – on sekiz yaş aralığında olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak bir yapıda ise rızanın varlığına değer verilmemiştir.

Kanun koyucu rızanın önem kazanmasına üç şartın gerçekleşmesi halinde izin vermiştir. Bunlar:

  • Mağdurun on beş – on sekiz yaş aralığında bulunması,
  • Mağdurun fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını anlayabilecek kapasitede olması ve
  • Mağdurun iradesini etkileyen herhangi bir halin bulunmamadır.

Yukarıdaki şartların varlığı halinde fiil cinsel istismar suçu niteliğini kaybedecektir. Bu durumda fiilin Türk Ceza Kanunu’nun 104. maddesinde düzenlenen “reşit olmayanla cinsel ilişki” suçunu oluşturacağı söylenebilir. Bu suçun araştırılması şikâyete bağlı olduğundan dolayı şikâyetin yokluğunda rıza hukuka uygunluk sebebi haline gelecek ve fiil suç niteliği taşımayacaktır.

Şikâyet, Zamanaşımı ve Görevli Mahkeme

Cinsel istismar suçu yapısı gereği şikâyete tabi bir suç değildir. Ancak suçun sarkıntılık düzeyinde kalması ve failin de çocuk olması durumunda şikâyetten söz edilebilir. Bu durumda mağdur, velisi veya vasisi suçun işlenmesinden itibaren 6 ay içerisinde suç duyurunda bulundukları takdirde soruşturma aşaması başlar. Bu hal dışında cinsel istismar suçu resen araştırılan suçlar kapsamındadır.

Dava zamanaşımı süresi on beş yıldır. Dava zamanaşımı, suç oluşturan bir fiil ile ilgili kanunda gösterilen süre zarfında dava açılmadığı veya dava açılmış olmakla birlikte sonuç aşamasına varamadığı takdirde davanın düşmesi sonucunu doğuran bir kurumdur.

Suçun sarkıntılık düzeyinde kalması durumunda görevli mahkeme asliye ceza mahkemeleri olacaktır. Bu halin dışındaki tüm durumlar ağır ceza mahkemelerinin görev alanı içerisindedir.

İlgili Yargıtay Kararları
Karar 1:

“Sanığın, mağdure …’a yönelik cinsel bölgelerine kıyafetleri üzerinden dokunma eyleminin süreklilik arz eden, ani ve kesintili olmadığını gösterecek kanıtlar ile gerekçe kararda açıklanmadan, sarkıntılık suretiyle çocuğun basit cinsel istismarı yerine, çocuğun basit cinsel istismarı suçundan dolayı 5271 sayılı CMK’nın 230/1-b. maddesine uygun düşmeyen gerekçeyle kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun kabulü yerine yazılı şekilde esastan reddine karar verilmesi suretiyle aynı Kanunun 289/1-g. maddesine muhalefet edilmesi, Kanuna aykırı, sanık müdafisi ile katılan Bakanlık vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesinin 10.04.2018 gün ve 2018/1115 Esas, 2018/614 Karar sayılı vaki istinaf başvurusunun esastan reddine dair kurulan hükmünün 5271 sayılı CMK’nın 302/2-4. madde ve fıkrası gereğince BOZULMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesine gönderilmesine, 27.06.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 14. Ceza Dairesi 2019/2269 E. 2019/10411 K.

Karar 2:

“Sanıklar …, …, … ile … haklarında çocuğun nitelikli cinsel istismar suçundan kurulan hükümlerin temyiz incelemesine gelince;
Mağdurenin aşamalardaki anlatımları, savunma ile diğer sanık …’in ifadeleri ve tüm dosya içeriği nazara alındığında suç tarihinde mağdurenin yaşını doldurmasını bekleme kararı alan sanıklarla görüşen mağdurenin, sanık …’le evlenebilmek amacıyla baskı uygulayıp intihar etmekle tehdit etmesi üzerine sanıkların sosyal yaşam koşulları, toplumsal bakış açısı ve içinde yaşanılan çevrede geçerli geleneklerin getirdiği zorunlulukla Ömer’le gayri resmi birlikte yaşamasına onay vermek zorunda kaldıkları tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, mevcut haliyle sanıkların suç işleme kastıyla hareket etmedikleri hususu da göz önüne alınarak beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanıklar …, …, … ile … müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.06.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 14. Ceza Dairesi 2015/4252 E. 2019/10373 K.

Karar 3:

“Mağdurun aşamalardaki beyanları, savunma, 05.12.2008 tarihli Adli Tıp raporunda mağdurda akut veya kronik fiili livatanın tıbbi delillerine rastlanılmadığının belirtilmesi ve tüm dosya içeriğine göre suça sürüklenen çocukların, mağdura yönelik cinsel istismar eylemlerini organ sokmak suretiyle gerçekleştirdiklerine dair cezalandırılmalarına yeter, kesin ve inandırıcı delil bulunmayıp, mevcut haliyle eylemlerin basit cinsel istismar düzeyinde kaldığı gözetilerek, 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunla cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda getirilen düzenlemeler de nazara alınıp belirlenecek lehe kanuna göre mahkumiyetlerine karar verilmesi yerine suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 26.06.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 14. Ceza Dairesi 2015/7134 E. 2019/10400 K.

HAKSIZ REKABET NEDİR?

Haksız Rekabet Şartları

Haksız rekabet, ticari hayat içerisinde bulunan dürüstlük kurallarına ve hukuka aykırı davranışlarda bulunulmasıdır. Ticari hayatın içerisinde bulunanlar sadece rakip firmalar olarak anlaşılmamalıdır. Kanunun yapmış olduğu tanıma dayanarak haksız rekabet fiilinden dolayı taraf olabilecekler arasında tüketiciler ve kamu da bulunmaktadır. Kurumsal yönetim ile ilgili bilgi almak için bu konudaki makalemizi inceleyebilirsiniz.

Haksız Rekabet Şartları Nelerdir?

TTK 54.2’de belirtildiği üzere rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına aykırılık oluşturan davranış ve ticari uygulamalarda bulunmak haksız rekabete konu fiilinin oluşması için şart olarak aranmıştır. Fiilin oluşumu için kusurlu bir harekette bulunmak şart değildir. Kusurun önemi bu fiil sonucu açılacak davalar bakımından önem taşımaktadır.

Başlıca Haksız Rekabet Halleri

Haksız rekabet halleri Türk Ticaret Kanunu’nun 55. Maddesinde örnekseme yoluyla sayılmıştır. Dolayısıyla maddede geçen fiillerden başkaca bir fiil ile de işlenmesi mümkündür. Başlıca haksız rekabet halleri şunlardır:

  • Dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleriyle diğer hukuka aykırı davranışlar
  • Paye, diploma veya ödül almadığı halde bunlara sahipmiş gibi hareket etmek ve bu sıfatla karşı tarafla işlemlerde bulunmak
  • Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açacak hareketlerde bulunmak
  • Sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltmek
  • Bir kişinin işçilerini veya yardımcılarını üretim veya iş sırlarını ifşa etmeye yöneltmek
  • Başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma
  • Kendisine emanet edilmiş iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma
  • Üretim ve iş sırlarını hukuka aykırı olarak ifşa etmek
  • İş şartlarına uymamak
  • Dürüstlük kurallarına aykırı işlem şartları kullanmak

Haksız Rekabet Davaları Nelerdir?

Haksız rekabet fiilinin gerçekleştirilmesi sonucu haksız rekabete uğrayan kişilerin açabileceği hukuk davaları Türk Ticaret Kanunu 56.1’de düzenlenmiştir. Bu davalar şunlardır:

  • Tespit Davası: Tespit davası, davalı kişinin gerçekleştirmiş olduğu davranışın haksız rekabet teşkil edip etmediğinin mahkemece tespitini sağlar. Bu dava daha çok haksız rekabetin önlenmesine dahi gerek olmayan durumlar için açılır.
  • Men Davası: Men davası, haksız rekabet fiili devam ediyorsa veya fiil sona ermekle birlikte tekrarlanma tehlikesi bulunuyorsa açılmalıdır. Men davasında davacının amacı haksız rekabet oluşturan fiilin sona erdirilmesidir.
  • Haksız rekabet sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılması davası: Bu davanın amacı, haksız rekabet sonucu oluşan maddi durumun ortadan kaldırılması ve haksız rekabet yanlış veya yanıltıcı beyanlarla işlenmiş ise bu beyanların düzeltilmesini ve haksızlığın önlenmesi için kaçınılmaz ise ilgili malların ve araçların imhasını kapsar. Örneğin kendisine ait olmayan bir marka ismini veya logosunu ürünlerinin üstüne basarak satışa sunan kişinin ilgili ürünlerinin imhası haksız rekabetin önlenmesi için kaçınılmazdır.
  • Tazminat Davası: Tazminat davası, davalı tarafın kusurunun bulunması halinde açılabilir. Maddi ve manevi tazminat olmak üzere ikiye ayrılır. Manevi tazminat davasında hâkim belirli bir tazminatın ödenmesine hükmedebileceği gibi fiilin kınanmasına da karar verebilir. Maddi tazminat davasında ise davacı uğramış olduğu zararın giderilmesini isteyebilir.

Yukarıda açıklanan davlarda davayı kazanan tarafın istemi üzerine kesinleşen mahkeme kararı giderleri kaybeden tarafa ait olmak kaydıyla ilân edilebilir. Mahkeme kendiliğinden hükmün ilânına karar veremez. İlânın şekil ve kapsamı mahkemenin takdir alanı içerisindedir.

Haksız Rekabet Davalarını Kimler Açabilir?

Davacı sıfatına sahip olabilecek olan kişiler şunlardır:

  • Zarar gören veya zarar görme tehlikesine maruz kalan kimseler: Bu sıfata sahip olan kimseler genellikle haksız rekabet fiilini işleyen kişi veya kurumun rakipleridir. Ancak rekabet ilişkisinin bulunmadığı hallerde dahi kişilerin bu sıfata sahip olması mümkündür. Çünkü önemli olan rekabet ilişkisinin bulunması değildir. Önemli olan haksız rekabete uğrayan kişinin ekonomik menfaatlerinin zarar görüp görmediğidir.
  • Müşteriler: Haksız rekabete konu olan fiil yüzünden ekonomik çıkarları zarar gören veya zarar görme tehlikesi altında olan müşteriler de tespit, men, haksız rekabet sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılması ve tazminat davası açma hakkına sahiptir.
  • Mesleki ve ekonomik birlikler, tüketicilerin ekonomik çıkarlarını koruyan kuruluşlar, kamusal nitelikli kurumlar: Ticaret ve sanayi odaları, esnaf odaları, borsalar ve tüzüklerine göre üyelerinin ekonomik çıkarlarını korumaya yetkili bulunan diğer ekonomik birlikler de tazminat davası dışında sayılan diğer davaları açmaya yetkilidirler. Dernek ve vakıflarda bu kapsamda dava açmaya yetkilidirler.

Haksız rekabet fiilinden dolayı davacı sıfatına sahip olan kimselerin dava haklarını bu hakkın doğduğunu öğrendikleri günden itibaren bir ve her halde hakkın doğumundan itibaren üç yıl içerisinde kullanmaları gerekir. Zaman aşımı, fiil birden çok kez işlendi ise son işlenme tarihinden itibaren işlemeye başlar.

Haksız Rekabet ile İlgili Yargıtay Kararları

Karar 1:

“Davacı vekili, müvekkilinin Alanya’da 1967 yılından beri turizm sektöründe faaliyette bulunduğunu, 46 yılı aşkın zamandır “Panorama Hotel” markası ile hizmet sunduğunu, müvekkiline ait ”Panorama Hotel” markasının tescilli olduğunu, davalının ise kötü niyetli olarak ”Thepanoramahill” markasını aynı hizmetlerde 2011 yılında tescil ettirdiğini, iltibas halinin doğduğunu, davalı eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek davalı şirket adına tescilli 2011/109700 sayılı “THEPANORAMAHİLL” ibareli markanın hükümsüzlüğünü talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davanın reddine dair verilen kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine karar Dairemizce bozulmuştur.
Bu kez, davalı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir.” Yargıtay 11. Hukuk D. 2018/987 E. 2019/5645 K.

Karar 2:

“Davacı vekili, müvekkilinin 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası maçlarının yayın hakkını UEFA’dan satın aldığını, buna göre müvekkilinin Avrupa Futbol Müsabakalarının Türkiye’de televizyondan yayın hakları hususunda münhasıran yetkili kılındığını, FSEK 80. maddesi uyarınca yayının mali hakları üzerinde bağlantılı hak sahibi olduğunu, davalı şirketin ise iki ayrı televizyon kanalında izinsiz olarak 21.06.2008 tarihindeki ana haber bülteninde Türkiye-Hırvatistan çeyrek final futbol maçına ait görüntüleri yayınladığını, Türkiye-Hırvatistan çeyrek final maçının ülkemizde Avrupa Şampiyonası maçları içerisinde en çok izlenen maçlardan biri olduğunu, davalının hukuka aykırı eyleminin TTK’nın 56. maddesine göre haksız rekabet oluşturduğunu, davalı tarafından yayın için müvekkiline 24.000 USD ödendiğini, oysa rayiç bedelin 150.000 USD olduğunu ileri sürerek, şimdilik 45.000 USD’nin temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, Dairemizin bozma ilamına uyularak, 45.000 USD’nin davalıdan tahsiline dair verilen kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine karar Dairemizce onanmıştır.” Yargıtay 11. Hukuk D. 2018/530 E. 2019/5084 K.

 Karar 3:

“Davacı vekili; müvekkilinin “POLY-N” markasının sahibi olduğunu, “NZN” markasında da münhasır lisansla hak sahibi olduğunu, davalının haksız olarak bu markaları birleştirerek “POLY-NZN” şeklinde ürünlerinde kullandığını, davalının bu eyleminin haksız rekabet ve markaya tecavüzü olduğunu ileri sürerek haksız rekabetin tespitini ve önlenmesini, tecavüze konu ürünlerin toplanmasını, imha edilmesini, internetteki tecavüzlü kullanımın kaldırılmasını, 10.000 TL manevi tazminatın tahsilini ve kararın ilanını talep etmiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Dairemizce onanmıştır.”

Yargıtay 11. Hukuk D. 2017/5396 E. 2019/5012 K.

NAFAKA NEDİR?

Nafaka nedir

Nafaka nedir

Nafaka nedir? Nafaka hepimizin hayatının bir noktasında karşı karşıya kalabileceğimiz bir olgudur. Kısaca tanımlamak gerekirse nafaka; birini geçindirmekle yükümlü bulunan kimsenin, o kimseye ödemekle yükümlü olduğu, mahkeme kararıyla bağlanan aylıktır. Nafaka borcu kanundan kaynaklanan bir borçtur. Nafaka düzenlemesi denilince akla sadece boşanma davasıyla bağlantılı olan nafaka türleri gelmektedir. Fakat bunun yanında Türk Medeni Kanununda boşanma davasıyla alakası olmayan nafaka türleri de mevcuttur. Bu yazımızda ise somut olay sayısının çokluğu nedeniyle ağırlıklı olarak boşanma davasıyla bağlantılı olan nafaka türlerine ve bunlara ilişkin merak edebileceğiniz diğer konulara odaklanacağız. Konuya ilişkin makalemizde cevabını bulamadığınız sorularınızı sayfanın en altında bulunan forum kısmından bizlere iletebilirsiniz.

Nafaka Ne Demek?

Giriş kısmında nafakanın ne olduğundan, kelime anlamından kısaca bahsettik. Gelin bir de nafaka alacaklarının özelliklerine bakalım. Öncelikle nafaka kamu düzenine ilişkindir. Nafaka alacakları haczedilemez.  Takası mümkün değildir. Üzerinde rehin tesis edilemez. Üçüncü kişilere devri mümkün değildir. Vasiyetname düzenlemek suretiyle dahi devredilemez. Miras yoluyla geçmez, miras paylaşımına konu edilemez. Tüm bu özellikleri bünyesinde barındıran nafaka, daha önce de belirttiğimiz gibi mahkemenin vereceği hüküm dahilinde mümkündür. Bu hüküm de yasal düzenlemelerin cevaz verdiği ölçüde hakimin takdir yetkisini kullanması suretiyle ortaya konacaktır. Bunun dışında nafakaya ilişkin ayrıntılı bilgileri alt başlıklarımızda sizlerle paylaşacağız.

Nafaka Türleri Nelerdir?

TMK kapsamında evlilik birliği içerisinde veya evlilik birliği sona erdikten sonra istenebilecek nafaka çeşitleri mevcuttur. Bunun yanında TMK; yakın hısımlar arasında, zaruret halindeki aile bireylerine yardım edilmesini öngören nafaka çeşidini de bünyesinde bulundurmaktadır.

Ayrıca Türk Medeni Kanunu, bakım nafakası ve yardım nafakası şeklinde bir gruplandırma yolunu seçmiştir. Bakım nafakaları; evlilik birliğinden kaynaklı eşlerin birbirine ve ortak çocuklarına bakma, geçindirme yükümlülüğünden kaynaklamaktadır. Bu gruba; tedbir nafakası, yoksulluk nafakası ve iştirak nafakası dahildir. Bunun dışında evlilik birliği kaynaklı olmayan; yardıma muhtaç altsoy, üstsoy ve kardeşlerin birbirlerinden talep edebileceği nafaka türü ise yardım nafakasıdır. Bahsi geçen nafaka türlerine alt başlıklarda detaylı olarak değinilecektir.

İştirak Nafakası Nedir?

Evlilik birliğinin doğurduğu sonuçlardan biri; çocukların bakım, eğitim ve gözetim gibi sorumluluklarının eşler tarafından birlikte üstlenilmesidir. Bu hususlarda her iki eş de çocukların maddi giderlerini karşılamadan sorumludurlar. Bu husus, TMK m. 185/2 ve 327’de hüküm altına alınmıştır. Boşanma durumunda ise çocuğun velayetini elinde bulunduran eşin, çocuğa ait tüm giderleri tek başına üstlenmek zorunda kalması gibi bir durum söz konusu değildir. Bu sebeple TMK m. 182/2 ile velayet kendisinde olmayan eşe, çocuğun maddi giderlerine gücü oranında katılması sorumluluğu yükletilmiştir. Bu maksatla velayet kendisinde olmayan eşe yükletilecek aylık ödemeye iştirak nafakası adı verilir.

Yoksulluk Nafakası Nedir?

TMK m. 175 ile düzenlenen yoksulluk nafakası, boşanma davası sonucunda yoksulluğa düşecek olan eşin diğer taraftan maddi gücü oranında isteyebildiği nafaka türüdür. Sanılanın aksine bu nafakadan sadece kadınlar değil, erkekler de yararlanabilir. Önemli olan husus tarafın boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek olmasıdır.

Çok karıştırılan diğer bir konu ise boşanma sırasında edinilmiş malların paylaşımı hususunda  hakim tarafından belirlenen katılma alacağı tazminatının yoksulluk nafakası zannedilmesidir. Fakat bu iki konu birbirinden bağımsızdır. Katılma alacağı tazminatına ilişkin merak ettiğiniz soruların cevabına  boşanmada mal paylaşımı adlı yazımızdan ulaşabilirsiniz.

Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için erine gelmesi gereken bazı şartlar vardır. Bu şartların hepsinin gerçekleşmiş olması gerekir:

  • Taraflardan birinin istemde bulunması gerekir.
  • Yoksulluk nafakası talep eden tarafın boşanma sonucu yoksulluğa düşecek olması gerekir.
  • Boşanmaya sebep teşkil eden olaylarda; nafaka talebinde bulunan kişinin, nafaka yükümlüsü olan taraftan daha ağır kusurunun bulunmaması gerekir.
  • Nafaka miktarının diğer eşin mali gücü ile orantılı olması gerekmektedir.

Süresiz Nafaka Nedir?

Halk arasında süresiz nafaka olarak bilinen nafaka türü, yoksulluk nafakasıdır aslında. Ayrıca yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için evlilik birliğinin boşanma davası sonucunda ortadan kalkması gerekmektedir. Süresi belirli sınırlarla çizilmemiş olduğundan süresiz nafaka olarak adlandırılmaktadır. Genel durum bu şekilde olsa da bazı durumlarda hakim, nafakanın hükümsüz kılınmasına karar verebilir. Yani süresiz nafakanın ortadan kaldırılması aşağıda sayılan durumlarda mümkün olabilir:

  • Bunlarda ilki nafaka alacaklısının veya yükümlüsünün ölümüdür.
  • İkinci olarak, nafaka alacaklısı olan tarafın evlenmesi veya evlenmese bile fiilen evliymiş gibi hayat sürdürmesidir.
  • Üçüncü durum da nafaka alacaklısının yoksulluk halinin ortadan kalkmasıdır.
  • Yoksulluk nafakasını sona erdiren son hal ise nafaka alacaklısının haysiyetsiz bir yaşam sürmesidir.

Tedbir Nafakası Nedir?

Özellikle uzun süren boşanma davalarında, dava süresince yukarıda bahsi geçen nafaka türlerinden yararlanmak mümkün olmayacaktır. Bu sebeple dava devam ederken; eşlerden birinin veya çocuğun muhtaç duruma düşmemesi ve hayatlarını idame ettirebilmesi amacıyla gerekli olan maddi imkanların sağlanabilmesine yönelik TMK m. 169 düzenlemesi getirilmiştir. Anılan düzenlemeye ilişkin tedbir nafakasına hükmedilebilmesi için tarafların talebi gerekmemekte, uygun görürse hakim kendiliğinden buna karar verebilmektedir.

Adından da anlaşılacağı üzere tedbir amaçlı hükmedilen bir nafakadır. Bu sebeple mevcut davanın sonuçlanmasıyla beraber hükmedilen bu nafaka da etkisini ortadan kaldıracaktır. Yani tedbir nafakası süresiz nafaka değildir. Davanın sonuçlanmasıyla beraber son bulur.

Yardım Nafakası Nedir?

Yardım nafakası; kişinin altsoyu, üstsoyu ve kardeşlerinden talep edebileceği bir nafaka türüdür. Diğer aile bireyleri, maddi yardımda bulunmamaları halinde yoksulluğa düşecek olan kişiye nafaka vermek zorundadırlar. Kişiyi yoksulluğa düşmekten kurtaracak ölçüde mahkemece takdir edilen ve aile bireylerince ödenmesi gereken nafakaya yardım nafakası denir. Bu konuya ilişkin hükümler TMK m. 364 – 366 arasında düzenlenmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 364. Maddesine göre bu nafakayı ödemekle yükümlü kişiler; altsoy, üstsoy ve kardeşlerdir. Bununla birlikte kardeşlerin yükümlülüğü; altsoy ve üstsoya nazaran daha sıkı şartlara bağlanmıştır. Örneğin yükümlü kardeşler için refah içinde yaşama şartı aranırken, altsoy ve üstsoyda bu şart aranmaz.

Yardım nafakası ödeme yükümlülüğü, mirasçılık ilişkisi ile değil soy bağı ile ilgilidir. Bu sebeple; mirasçılıktan çıkarma(evlatlıktan red), mirasın reddi vb. durumların bulunması aile bireylerinin nafaka ödeme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır.

Boşanma durumunda, çocuk ergin oluncaya kadar (kural olarak 18 yaş) ödenen iştirak nafakası, ödenmeye devam etmesini gerektirecek koşullar mevcutsa, ergin olduktan sonra yardım nafakası adı altında ödenmeye devam etmektedir.

Yardım nafakasının şartları ise şu şekildedir:

  • Yardıma muhtaç kişinin bu konuda isteminin bulunması gereklidir.
  • Yardım nafakası alacaklısının yoksulluk hali içerisinde olması gerekmektedir. Aile bireylerinin maddi yardımı olmaksızın temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor olması gerekmektedir. Yoksulluk halinin tam olarak ne olduğu kanunda açıklanmamakla beraber Yargıtay kararlarında bu husus şu şekilde vurgulanmıştır: ““yoksulluğa düşmenin açıkça çok sıkıntılı ve ağır ekonomik koşulları ifade ettiğini”
  • Söz konusu nafaka borçlusunun ödeme gücünün bulunması gerekir. Ödeme gücü kıstası ile ödeyeceği nafaka karşılığı aile bireyinin kendisinin ve ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılamada zor duruma düşmemesi ifade edilir.
  • Nafaka borçlusu kardeş ise altsoy ve üstsoydan farklı olarak bir de refah hali içerisinde bulunma şartı aranır. Refah halinin ne olduğu kanundan açıkça anlaşılmamakla beraber Yargıtay kararlarında şu şekilde ifade edilmiştir: “…geliri, çevresine ve sosyal durumuna göre lüks sayılabilecek şeyleri sağlamaya elverişli bulunan ve ihtiyaçları dışında bir bolluk ve zenginlik içinde olan kimse refah halinde sayılır”

Yardım Nafakasında Sıralama Nasıl?

Yardım nafakasında sıra meselesi önemlidir. İstediğimiz kişiye başvurma gibi bir seçimlik hakkımız bulunmamaktadır. Dava açılabilmesi için bir sıra takip edilmelidir. Yani dava kişinin dilediği herhangi bir kişiye açılamayacaktır. Bu sıralama miras hukukundaki “mirasçılık sırası” şeklinde olacaktır. Türk Hukukunda kabul edilen miras paylaşımında zümre sistemi uygulanmaktadır. Buna göre zümreler; 1. zümre, 2.zümre ve 3.zümre şeklinde ilerlemektedir. 1. zümrede kişinin altsoyu bulunmaktadır. Yani kişi yardım nafakası için dava açmak istiyorsa önce altsoyuna gitmelidir. 2. zümreye gidilmesi durumu ise kişinin altsoyunun olmaması veya reddi miras yapılması durumunda mümkün olacaktır.2. zümre ile belirtilmek istenen kişinin üstsoyu yani anne ve babasıdır. 3. sırada ise kardeşleri bulunmaktadır. Yani kişi ilk 2 zümreyi takip ettikten sonra kardeşlerine yardım nafakası için başvurabilecektir.

Nafaka Süresi Ne Kadar?

A) Tedbir nafakasında ödeme sürenin ne kadar olduğundan kısmen bahsetmiştik. Tedbir niteliğinde olduğunu ve yalnızca yargılama süresince ödendiğini belirtmiştik. Bu azami sınır olmakla beraber mutlak sınır değildir. Yargılamanın sona ermesi dışında 3 halde de ödeme yükümlülüğü sona erebilir. İlk olarak eşlerden birinin ölümü ile bu yükümlülük sona erer. İkinci olarak nafaka alacaklısının bu hakkından feragat etmesi ile yükümlülük sona erer. Son olarak da hakimin hükmetmiş olduğu nafaka kararına karşın yeni bir ara kararla nafaka kararının kaldırılmasına hükmederse hakim, bu halde de ödeme yükümlülüğü sona erecektir.

B) Yoksulluk nafakasının diğer adının süresiz nafaka olduğundan bahsetmiştik. Bahsedeceğimiz 5 halden birinin gerçekleşmemesi durumunda herhangi bir süre sınırı bulunmamaktadır. Sona erme halleri: 1) Alacaklının yeniden evlenmesi. 2) Eşlerden birisinin ölümü. 3) Alacaklının yoksulluk halinin ortadan kalkması. 4) Alacalı tarafın fiilen evlenme olmaksızın evliymiş gibi bir başkasıyla hayat sürmesi. 5) Alacaklının haysiyetsiz hayat sürmesi. İlk iki durumda yükümlülük kendiliğinden sona ermektedir. Diğer üç durumda ise mahkeme kararı gerekmektedir.

Nafaka Süresi Ne Zamana Kadar?

C) İştirak nafakasındaki sürelere iki aşamalı olarak bakmamız gerekmektedir. Başlama zamanı 5 farklı şekilde olabilir: 1) Boşanma kararının kesinleşmesiyle başlaması. 2) Boşanma kararından sonraki ayrı bir karar ile başlaması. 3) Soy bağının kurulması ile başlaması. 4) Doğum ile başlaması. 5) Velayetin değiştirilmesi ile başlaması. Başlangıç halleri somut olaya ve verilen mahkeme kararına göre değişmektedir. Karar boşanmadan ile verilebileceği gibi boşanma sonrasında açılacak ayrı bir dava sonucunda da verilebilir. Ödeme süresinin sona ermesi ise 3 şekilde olabilir: 1) Çocuğun erginliğe ulaşması sonucunda. 2) Çocuğun ölümü halinde. 3) Çocuğun evlatlık olarak verilmesi halinde.

D) Yardım nafakasının şartlarından bahsetmiştik. Ödeme süresinin başlangıcı da mahkeme kararı itibariyle olacaktır. Sona erme halleri ise şu şekildedir: 1) Nafaka alacaklısının veya ödeme yükümlüsünün vefat etmesi. 2) Yoksulluk halindeki kişinin evlenmesi. 3) Kişinin yoksulluk halinin sona ermesi. 4) Nafaka ödeme yükümlüsü altsoy veya üstsoysa ödeme gücünün ortadan kalkması, kardeşse refah halinin sona ermesi. İlk iki durumda yükümlülük kendiliğinden sona ererken, diğer iki durumda mahkemenin bu yönde karar vermesi gerekmektedir.

Nafaka Hesaplama Nasıl Olur?

Nafaka hesaplama konusuna ilişkin bir formül, sabit bir hesap yöntemi bulunmamaktadır. Kanun bu konuda kesin miktarlar belirtmemiş ve bir hesaplama yöntemi sunmamıştır. Bu konuda tamamen hakimin takdir yetkisi söz konusudur. Nafaka miktarı tespit edilirken detaylı bir araştırma yapılması gerekmektedir. Her somut olaya göre ortaya çıkacak nafaka miktarı değişkenlik gösterecektir. Hesaplama sürecinde tarafların sosyal, ekonomik vb. bir çok yönden şartları gözetilecektir. Hakimler genelde bu süreçte birçok uzman ve bilirkişiden destek almaktadırlar.

Bunun dışında kanun, ortaya konacak nafaka miktarına da herhangi bir alt ve üst sınır çizmemiştir. Yani bu konuda, haliyle en çok şu kadar veya en az şu kadar nafaka miktarı olur gibi bir yorumda bulunamamaktayız. Bunun yanında, kişilerin aylık gelirlerinin ve malvarlıklarının hesaplama konusunda en önemli kriterler olduğunu söyleyebiliriz.

Mahkeme tarafından verilen kararda, nafakanın takip eden yıllarda yeniden hükme gerek kalmaksızın TÜİK tarafından belirlenecek ÜFE artış oranında arttırılması yönünde bir hükme varılabilir. Bu durumda nafakanın bağlandığı ve başlatıldığı tarih esas alınarak her yıl aynı ayda olmak üzere TÜİK tarafından belirlenecek ÜFE artış oranında geçerli nafaka miktarının artırılarak ödenmesi gerekecektir. Eğer bu yönde bir karar verilmediyse nafaka miktarında kendiliğinden bir artış olması mümkün değildir. Bu durumda nafaka artırım davası açılması gerekmektedir.

Nafaka Artırım Davası Nedir?

Daha önce hükmedilmiş olan nafaka miktarının nafaka alacaklısına yetmemesi durumunda veya nafaka yükümlüsüne maddi anlamda ağır gelmesi halinde; bireyler haklı gerekçelere dayanarak nafaka miktarının artırılması veya azaltılması için nafaka artırma davası açabilmektedirler.

TMK 176/4’te düzenlendiği üzere “tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.” Bu maddeden anlaşılabileceği üzere nafakanın artırılması mümkün olduğu gibi nafakanın azaltılması da mümkündür. Böyle bir durumunuz varsa, bir boşanma avukatından destek almanız yararınıza olacaktır.

Hakimin nafaka artırımına yönelik karar verebilmesi için talepte bulunacak tarafın “nafaka artırım istemli dava” açması gerekmektedir. Bu davada yetkili mahkeme nafaka alacaklısının yerleşim yeri Aile Mahkemesidir. Hakim istem halinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir. Yani nafaka artırım davasını açacak kişiler, mahkemeden ileriki yıllarda oluşacak artış miktarını belirlemesi şeklinde talepte bulunabilecektir. Böylece kişiler sürekli dava açmak zorunda kalmayacaklardır.

Nafaka ve Nafaka Türleri Hakkında Yargıtay Kararları

“…Böylece, öteden beri uygulanagelen bu hükme göre hakimin, bu konuda bir talebin varlığı aranmaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, malların yönetimine ilişkin geçici önlemleri resen alması gerekir. Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır. Tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın resen takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren karar kesinleşinceye kadar hüküm altına alınır. Dolayısıyla tedbir nafakası takdirine ilişkin kararın davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına ilişkin araştırma sonuçlarının dosya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir. Boşanma ve ayrılık davalarında, tarafların kusur durumu hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir. Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafında gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hal değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olmaması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/2-1891 E. 2018/1577 K.

“… Bu durumda, mahkemece; yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde olaylar değerlendirilip; davacı ile davalı tarafın boşanmaya karar verdiği tarih itibariyle ekonomik ve sosyal durumunun belirlenip, şimdiki durumları ile kıyaslanarak; boşanma kararından sonra tarafların mal varlığında ve gelirinde bir değişiklik olup olmadığı detaylı bir şekilde araştırılarak, değişiklik var ise, bunun kararlaştırılan nafaka miktarına ne ölçüde etkisi bulunduğu tartışılarak, başlangıçtaki denge gözetilerek, bununla birlikte “çoğun içinde azı da var” kuralı gereği, nafakanın tamamen kaldırılması yerine,  hakkaniyet ölçüsünde indirilebileceği de gözetilerek, yapılacak yargılama sonucunda hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bu hüküm bozmayı gerektirmiştir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3-1532 E. 2017/1465 K.

Nafaka nedir? Bu soruya ve bunla alakalı birçok konuya elimizden geldiğince değinmeye çalıştık. Bize bu konuda sormak istediğiniz her türlü soruyu aşağıdaki yorum kısmından sorabilirsiniz.

HAKARET SUÇU

Hakaret Suçu

Hakaret suçu, Şerefe Karşı Suçlar başlığı altında Türk Ceza Kanunu’nda 125 ve 131. maddeler arasında düzenlenmiştir. Hakaret suçunun tanımı, bir kişiye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle kişinin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak olarak yapılabilir.

Hakaret Suçu ve Özellikleri

Söz konusu suç ile korunmak istenen mağdurun şerefidir. Hakaret niteliği taşıyan eylemin yapılması ile birlikte suç gerçeklemiş olur; suç tehlike suçu olarak nitelendirilir. Suçun gerçekleşmesi için mağdurun rencide olması şartı aranmamaktadır bu konuda zaten objektif bir değerlendirme yapılması da mümkün değildir. Hakaret suçunun faili yalnızca gerçek kişiler olabilirken mağduru ise gerçek veya tüzel kişiler olabilir. Suçun mağdurunun ölmüş bir kişi olması halinde Türk Ceza Kanunu’nun 130.maddesinde düzenlenen Kişinin Hatırasına Hakaret suçu oluşur.

Hakaret Suçunda Fiil

Hakaret suçunu meydana getirecek fiillerin kanunda tek tek sayılması mümkün değildir. Suçun tanımından yola çıkarsak, mağdurun şeref ve saygınlığını rencide eden, sövme niteliği taşıyan veya rencide edecek bir somut olgu veya fiil isnat etmek suretiyle gerçekleştirilen her türlü eylem hakaret suçunu oluşturabilir.

Bir kişinin gerçek bir özelliğinden bahsedilerek de hakaret suçu işlenebilir. Örneğin gözleri görmeyen birine “Kör işte ne olacak” gibi rencide edici söylemlerde bulunulması halinde de söz konusu suç oluşur.

Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda bulunulması halinde hakaret suçu sebebiyle ceza verilmez. Ancak isnat ve değerlendirmelerin gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekmektedir.

Toplum nezdinde meşhur kişiler örneğin siyasetçiler, futbolcular, sanatçılar gibi kişilere yöneltilen eleştiriler ve diğer söylemler normal kişilere göre daha ağır olabilir. Ağır eleştiri kapsamında nitelendirilebilecek söylemler hakaret suçunu oluşturmaz. Ayrıca kaba ve nezaketsiz davranışlar ile beddua niteliği taşıyan söylemler de hakaret niteliği taşımamaktadır.

Kişinin siyasi ideolojisine, dini inancına veya felsefi düşüncelerine yönelik rencide edici söylemler de hakaret suçu kapsamındadır.

Hakaret Suçunun Mağdurun Yokluğunda İşlenmesi

Hakaret mağdurun yüzüne karşı işlenebilir yada çeşitli iletişim araçları ile hakaret suçu işlenebilir. İletişim araçları ile işlenen hakaret suçunda mağdurun hakareti öğrenmesi yeterlidir, bu şekilde gerçekleştirilen hakaretler yüze karşı gerçekleştirilmiş hakaret gibidir.

Mağdurun yokluğunda, fail tarafından edilen hakaretin suç oluşturabilmesi için en az 3 kişinin hakareti öğrenmesi gerekmektedir. Burada kast etmiş olduğumuz 3 kişi fail dışındadır ve hepsinin aynı anda öğrenmesine veya aynı yerde bulunmasına hakaret suçunun oluşması açısından gerek yoktur.

Hakaret Suçunun Cezası

Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Hakaretin, mağduru muhatap alacak şekilde sesli, yazılı veya görüntülü bir iletişim aracıyla işlenmesi halinde de aynı ceza ile cezalandırılır.

Hakaret suçunun, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlere yönelik işlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamayacak şekilde hüküm verilir. Hakaret suçu ile birlikte tehdit de gerçekleşirse tehdit suçu için de ayrıca ceza verilir.

Hakaret suçunun aleni bir şekilde örneğin cami avlusunda bağırarak işlenmesi halinde verilecek olan ceza altıda bir oranında artırılır.

Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.
Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez.

Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Ölen kişinin hatırasına en az üç kişinin tanıklık edeceği şekilde hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında artırılır. Ölen kişinin kısmen veya tamamen ceset veya kemiklerini alan veya ceset veya kemikler hakkında rencide edici fiillerde bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Hakaret suçu sebebiyle yapılacak yargılamalar sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. Mağdurun uğramış olduğu bir maddi zarar var ise fail tarafından bu zararın karşılanması koşulu ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilir. Bu kararın verilebilmesi için mağdurun uğramış olduğu manevi zararın karşılanması şartı bulunmamaktadır.

Hakaret Suçunda Şikayet ve Zamanaşımı Süresi

Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hakaret suçu hariç, hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikayetine bağlıdır. Şikayet süresi ise mağdurun hakareti öğrendiği tarihten itibaren 6 aydır. Bu süre içerisinde mağdur tarafından şikayette bulunulmaması halinde bu suç sebebiyle soruşturma ve kovuşturma yapılamaz. Mağdur, şikayet etmeden önce ölürse, veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir.

Hakaret suçu ile ilgili yapılacak olan yargılamalarda alanında uzman bir avukat tarafından temsil edilmeniz faydanıza olacaktır.

Hakaret Suçu ile İlgili Yargıtay Kararları

“Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir.

Olay günü sanığın, müştekiye söylediği kabul edilen “terbiyesizlik yapma, pislik yapma erkeksen gel yüzüme söyle” şeklindeki sözü, muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olduğu ve dolayısıyla hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, yasal olmayan ve yerinde görülmeyen gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanık … müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünde, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, ….oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2017/8129 E., 2018/14490 K.

“TCK’nın 125/1. maddesi uyarınca, gıyapta hakaret suçunun en az üç kişi ile ihtilat edilerek işlenmesi gerekmekte olup, Mahkemece sanık …’ın müştekiler hakkında iddianamede belirtilen hakaret içerikli sözleri, tanık olarak dinlenilen … ve …’ın yanında söylediği kabul edilmiş ise de, katılan …’nın ”sanık iddianamede belirtilen hakaretleri eşimin yanında ve tanıklar … ve …’ın yanında yapmış” şeklinde, tanık …’ın ”iddianamede geçen hakaret sözlerini gerek benim yanımda gerekse diğer çalışanların yanında sürekli kullanıyor” şeklindeki beyanları karşısında, işletmede çalışan görevlilerin beyanlarına başvurularak, eylemde ihtilat unsurunun oluşup oluşmadığı araştırılıp, gerekçede tartışılmaksızın eksik inceleme ve yeterli olmayan gerekçeyle mahkumiyet kararı verilmesi,….

Kanuna aykırı, sanık …’ın temyiz nedenleri yerinde görülmekle tebliğnameye uygun olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA, ……oy birliğiyle karar verildi.” Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2016/4005 E., 2018/2719 K.

MİRAS PAYLAŞIMI

Ortaklığın Giderilmesi Davası

baba öldü anne sağ iken miras paylaşımı

 

Miras paylaşımı, ölmüş olan yada gaipliğine karar verilmiş kişinin bırakmış olduğu mal varlığının mirasçıları arasında paylaştırılmasıdır. Miras bırakan tarafından herhangi bir mirasçı atanmamış olması halinde mirasın tamamı yasal mirasçılar arasında paylaştırılır. Türk Medeni Kanunu’nda yasal mirasçılar belirlenmiş ve mirastaki pay oranları da belirtilmiştir.

Yasal Mirasçılar Arasında Miras Paylaşımı

Miras bırakan tarafından herhangi bir mirasçı atanmamış olması durumunda kanunun çizmiş olduğu çerçeve dahilinde miras yasal mirasçılar arasında paylaştırılır. Yasal mirasçılar arasındaki miras paylaşımı şu şekilde gerçekleştirilir:

Mirasbırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur yani çocuklarıdır. Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Örneğin eşi sağ olmayan ve 5 çocuğundan 4 çocuğu sağ olan ve ölen çocuğundan 3 tane torunu olan bir kişinin mirası 5 çocuğuna eşit şekilde pay edilir. Kendisinden önce ölen çocuğunun payı o çocuğundan olan 3 tane torununa paylaştırılır.

Altsoyu bulunmayan mirasbırakanın mirasçıları, ana ve babasıdır. Bunlar eşit olarak mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan ana ve babanın yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Bir tarafta hiç mirasçı bulunmadığı takdirde, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır.

Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulunmayan mirasbırakanın mirasçıları, büyük ana ve büyük babalarıdır. Bunlar, eşit olarak mirasçıdırlar. Mirasbırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır. Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babalardan biri altsoyu bulunmaksızın mirasbırakandan önce ölmüşse, ona düşen pay aynı taraftaki mirasçılara kalır.
Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babaların ikisi de altsoyları bulunmaksızın mirasbırakandan önce ölmüşlerse, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır.

Sağ kalan eş varsa, büyük ana ve büyük babalardan birinin mirasbırakandan önce ölmüş olması hâlinde, payı kendi çocuğuna; çocuğu yoksa o taraftaki büyük ana ve büyük babaya; bir taraftaki büyük ana ve büyük babanın her ikisinin de ölmüş olmaları hâlinde onların payları diğer tarafa geçer.

Evlilik dışında doğmuş ve soybağı, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmuş  olanlar, baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar.

Baba Öldü Anne Sağ İken Miras Paylaşımı

 

Sağ kalan eş, birlikte mirasçı olarak bulunduğu zümreye göre mirasbırakana aşağıdaki oranlarda mirasçı olur:

  • Mirasbırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte biri,
  • Mirasbırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yarısı,
  • Mirasbırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte üçü, bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.

Evlatlık İlişkisinde Mirasın Paylaşımı ve Devletin Mirasçılığı

Evlâtlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Evlât edinen ve hısımları, evlâtlığa mirasçı olmazlar.

Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası devlete geçer.

Miras Paylaşımı Davası

Mirasçılardan her biri, sözleşme veya kanun gereğince ortaklığı sürdürmekle yükümlü olmadıkça, her zaman mirasın paylaşılmasını isteyebilir. Her mirasçı, terekedeki belirli malların aynen, olanak yoksa satış yoluyla paylaştırılmasına
karar verilmesini sulh mahkemesinden isteyebilir. Hâkim, terekenin tamamını ve terekedeki malların her birini göz önünde tutarak, olanak varsa taşınmazlardan her birinin tamamının bir mirasçıya verilmesi suretiyle paylaştırmayı yapar. Mirasçılara verilen taşınmazların değerleri arasındaki fark para ödenmesi yoluyla giderilerek miras payları arasında denkleştirme sağlanır.

Paylaşmanın derhâl yapılması, paylaşım konusu malın veya terekenin değerini önemli ölçüde azaltacaksa; sulh hâkimi, mirasçılardan birinin istemi üzerine bu malın veya terekenin paylaşılmasının ertelenmesine karar verebilir.

Mirasın açıldığı tarihte, mirasçı olabilecek bir cenin varsa paylaşma doğumuna kadar ertelenir. Ana muhtaç ise, doğuma kadar geçim giderlerinin terekeden sağlanmasını isteyebilir.

Miras Paylaşımında Elbirliği Mülkiyetinin Paylı Mülkiyete Dönüştürülmesi

Bir mirasçı, terekeye dahil malların tamamı veya bir kısmı üzerindeki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi isteminde bulunduğu takdirde sulh hâkimi, diğer mirasçılara çağrıda bulunarak belirleyeceği süre içinde varsa itirazlarını bildirmeye davet eder. Elbirliği mülkiyetinin devamını haklı kılacak bir itiraz ileri sürülmediği veya mirasçılardan biri belirlenen süre içinde paylaşma davası açmadığı takdirde, istem konusu mal üzerindeki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesine karar verilir.

Miras Paylaşımında Birlikte Yaşayanların Hakkı

Mirasbırakanın ölümünde onunla birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimseler, ölüm tarihinden başlayarak üç aylık bakım ve geçim giderlerinin terekeden sağlanmasını isteyebilirler.

Miras Paylaşımı Davasında Zamanaşımı Süresi ve Görevli ve Yetkili Mahkeme

Miras paylaşımı davasında görevli ve yetkili mahkeme miras bırakanın son yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesidir. Miras ortaklığı devam ettiği sürece miras paylaşımı davası açılabilir. Miras hukuku ile ilgili avukatlık hizmetimize Miras Avukatı sayfasından ulaşabilirsiniz.

RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK

Resmi Belgede Sahtecilik Suçu

 

Resmi belgede sahtecilik suçu, Türk Ceza Kanunu 204. maddede Kamu Güvenine Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenmiştir. Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi resmi belgede sahtecilik suçunu işlemiş olur. Yani söz konusu suç seçimlik hareketli suçtur.

Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Şartları

Söz konusu suç, yazılı olan delil niteliği taşıyan bir resmi belgede sahtecilik yapılması halinde oluşabilir. Resmi belgenin düzenleyeni yani sahte belge üzerinde bu belgenin hangi kişi veya kurum tarafından düzenlendiği belli olmalıdır. Düzenlenen sahte belgenin gerçeği bir kamu görevlisi tarafından düzenleniyor olmalıdır.

Resmi Belgede Sahtecilik Suçu Nasıl İşlenir, Nitelikli Halleri ve Cezaları

  • Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
  • Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.
  • Gerçek bir resmi belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
  • Bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
  • Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
  • Bir hukuki ilişkiye dayanan alacağın ispatı veya gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla belgede sahtecilik suçunun işlenmesi halinde, verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.

Failin ayrıca başka bir suç işlemesi halinde örneğin rüşvet alması halinde bu suçtan da ayrıca cezalandırılacaktır.

Resmi Belge Hükmünde Olmayan Belgelerde Sahtecilik Suçu

Özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması halinde, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

Sağlık Mensuplarının Gerçeğe Aykırı Belge Düzenlemesi

Gerçeğe aykırı belge düzenleyen tabip, dişçi, eczacı veya diğer sağlık mensubu, üç ila bir yıl arası hapis cezası ile cezalandırılır. Düzenlenen belgenin haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurması halinde göre cezaya hükmolunur.

Resmi Belgede Sahtecilik Suçunda Mağdur, Şikayet ve Zamanaşımı Süresi

Söz konusu suçun mağduru devlettir. Suç bir başkasının aleyhine işlenmiş ise mağdur sıfatıyla değil ancak suçtan zarar gören sıfatıyla şikayetçi olup yargılamaya katılabilirler. Resmi belgede sahtecilik suçu şikayete tabi bir suç değildir. Suçun basit halinin dava zamanaşımı süresi ise 8 yıldır.

Resmi Belgede Sahtecilik Suçunda Görevli Mahkeme

Bu suç kapsamında yapılacak yargılamalarda görevli mahkeme asliye ceza mahkemesi, failin kamu görevlisi olması durumunda görevli mahkeme ağır ceza mahkemesidir.

Resmi Belgede Sahtecilik Suçu ile İlgili Yargıtay Kararları

“sanıkların, Erzurum 1.Asliye Hukuk Mahkemesindeki davanın davalısı konumunda olmaları nedeniyle duruşmaya katılmasalar dahi, davacı tarafın katılımı ile yargılamanın devam edeceği. Dolayısıyla davalı tarafın duruşmaya katılmamasının kendileri bakımından sonuca etkili olmadığı; diğer yandan yetki belgesinin kullanılmasının icra takip işlemleri yönünden değerlendirildiğinde de, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 26. maddesine göre verilecek muvafakatname ile stajyer avukatların dahi icra takip işlemlerini yapma yetkisinin bulunduğu. Sanık Cengizhan’ın da yetki belgesi verildiği tarih itibariyle bu statüye sahip olduğunun ve dolayısıyla suça konu yetki belgelerinin kullanılması ile elde edilebilecek olan hukuki sonuçların elde edilmesi mümkün olduğunun anlaşılması karşısında;

bu haliyle yapılan sahteciliğin “faydasız sahtecilik” olarak nitelenmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi, yasaya aykırı, katılan vekili, sanık Y.. Y.. müdafii ve sanık C.. Ö..’in temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 04.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.” Yargıtay 11. Ceza Dairesi 2013/6124 E., 2014/1687 K.

“…maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla senet üzerindeki imzaların şirket çalışanları tarafından sanığın talimatı doğrultusunda atılmış olup olmadığı yönünden araştırma yapılarak; suçun sanığı olabilecekleri hususu da hatırlatılarak beyanlarının alınması. İmza ve yazı örnekleri celbedilerek senet üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması. Ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi.
2-Sanık ile katılan arasında ticari ilişki olduğu sabit olduğundan kişinin eyleminin “gerçek bir durumun belgelenmesi amacıyla sahtecilik” suçunu oluşturup oluşturmayacağının değerlendirilmemesi.

Yasaya aykırı, temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, 05.11.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.” Yargıtay 21. Ceza Dairesi 2015/4058 E., 2015/4759 K.

İTİRAZIN İPTALİ DAVASI

İtirazın İptali

 

İlamsız bir icra takibinde borçlu, kendisine tebliğ edilen ödeme emrine yedi gün içerisinde itiraz edebilir. Usulüne uygun yapılan itiraz ile takip durur. Takibin devam edebilmesi için alacaklı tarafından itirazın iptali davası açılabilir. İcra İflas Kanunu’nun madde 68/a’da sayılan belgelere sahip olan alacaklı tarafından itirazın kaldırılması yolunu da kullanılabilecekken, bu belgelere sahip olmayan alacaklı tarafından yalnızca itirazın iptali davası yolunu kullanabilir.

İtirazın İptali Davası Taraflar

İtirazın iptali davası, alacaklı tarafından takip konusu alacağa itiraz etmiş borçluya karşı açılır. Yani davacı alacaklı, davalı ise ödeme emrine itiraz eden borçludur. Ödeme emri ile ilgili detaylı bilgiye Ödeme Emrine İtiraz makalesinden ulaşabilirsiniz.

İtirazın İptali Davasında Süre, Görevli ve Yetkili Mahkeme

İtiraz sonucunda takibin durdurulduğuna ilişkin kararın tebliğinden itibaren 1 yıl içerisinde alacaklı tarafından itirazın iptali davası açılabilir. Taraflar arasındaki hukuki ilişki açısından ayrıca bir hüküm bulunmaması halinde görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Davalının yerleşim yeri mahkemesi, eğer yerleşim yeri belli değil ise son yerleşim yeri mahkemesi yetkili mahkemedir.

İtirazın İptali Davasının Reddi

İtirazın iptali davasının reddedilmesiyle mahkeme tarafından mevcut bir alacak olmadığına karar verilmiş olur. Dolayısıyla kararın kesinleşmesiyle başlatılmış olan icra takibi de iptal olur ve aynı borç sebebiyle tekrar bir alacak davası açılamaz.

Alacaklının kötü niyetli olarak icra takibi başlatmış olması ve borçlunun talebi üzerine alacaklı hakkında reddolunan alacak miktarının %20sinden aşağı olmamak üzere tazminat ödemesine hükmolunur.

İtirazın İptali Davasının Kabulü

Mahkeme tarafından icra takibine konu olan alacağın varlığına kanaat getirilirse itirazın iptali davası kabul edilir. Mahkemenin vermiş olduğu karar ile birlikte alacaklı tarafından icra dairesinden takibe devam edilerek borçlunun malvarlığına haciz işlemlerinin uygulanması talep edilebilir.

Alacaklının talep etmesi halinde borca haksız yere itiraz eden borçlu hakkında talep edilen alacağın %20sinden aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilir. Ayrıca yargılama giderleri de borçluya yükletilir.

İtirazı İptali Davasını Sonlandıran Diğer Durumlar

Alacaklı tarafından davadan feragat edilmesi halinde dava sona erer ve itirazın iptali tekrar dava konusu olamaz.

Borçlu yani davalı tarafından davanın kabul edilmesi halinde de dava sona erer.

Taraflar yargılama sırasında sulh olabilirler bu durumda da dava sona erer.

Borçlu tarafından borcun ödenmesi veya borca yapılan itirazın geri çekilmesi sonucunda da dava sona erer ancak şartları mevcut ise icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekmektedir.

İtirazın İptali Davası ile İlgili Yargıtay Kararları

“Dava, İİK.’nun 67/2.maddesine dayalı itirazın iptali davasıdır. Davanın temelini oluşturan icra takibi 5 adet faturaya dayanmaktadır. Davalı itiraz dilekçesinde ödeme savunmasında bulunmuş, ancak duruşmaya gelmediğinden davayı inkar etmiş sayıldığı gözetilerek isticvap edilip ödeme savunmasına ilişkin delillerini sunma olanağının kendisine tanınması gerekirken, bu yönlerin gözetilmemesi nedeniyle önceki hüküm Dairemizce bozulmuş, yerel mahkemenin direnme kararı da Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca bozulduğundan mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda yazılı şekilde hüküm oluşturulmuştur.

Ne var ki, bozma kararına uyulduğu halde bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. Zira davanın konusunu takibe dayanak yapılan 5 adet fatura alacağı oluşturmaktadır. Davalının ödeme savunmasının ve bu savunmanın kanıtı olarak sunduğu belgelerin bu çerçevede değerlendirilip varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken mahkemece dava konusu olmayan cari hesap ilişkisinin tümü yönünden araştırma ve inceleme yapılarak alınan bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/19-262 E., 2010/304 K.

“Dava, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan ilamsız takibe itirazın iptali davasıdır. Takip dayanağı ipotek davalı …’e ait taşınmaz üzerinde 23/10/2008 tarihinde 2 yıl süreli olarak 140.000,00TL üst limitli davalı … Ltd. Şti. tarafından davacı … A.Ş.den “alınmış ve alınacak malzeme bedeline” istinaden tesis edilmiştir. Görüldüğü gibi bu ipotekte ipotekli taşınmazın yükü; 1-140.000,00TL üst limit, 2-Borcun malzeme alımından kaynaklanması 3-2 yıllık süre olmak üzere üç husustan sınırlandırılmıştır. Davacı tarafından Türk Medeni Kanunu’nun 887. maddesi uyarınca 2 yıllık süre dolmadan önce 20/05/2010 tarihinde davalılara ihtarname çekilmiş olup, böylece 2 yıl içinde talepte bulunulmuş olmaktadır. Ne var ki, bu ipotek davalı … Ltd. Şti.’nin davacıya olan bütün borçlarını değil, sadece malzeme alımından kaynaklanan borçlarını garanti altına almaktadır. Mahkemece alınan rapora göre cari hesap ve karşılıksız çekler üzerinden alacak belirlenmiş ve bu alacaklar ipotekle teminat altına alındığı kabul edilmiş ise de bu kabul doğru olmamıştır. Davacının cari hesap alacağını kendi defterleri ile ispatı mümkün değildir.”

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU

anayasa mahkemesine bireysel başvuru

 

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, ülkemizde 12.09.2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliği referandumu ile mevzuatımıza girmiş bir hak arama yoludur. Bu hak arama yolunun mevzuatımızda yer almasının en büyük amacı, temel hak ve hürriyet ihlallerinin iç hukuk ile ortadan kaldırılması ve dolayısıyla Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru sayısının azaltılmasıdır. Kamu gücünü kullananların işlem, eylem veya ihmali nedeniyle temel hak ve özgürlükleri zedelenmiş kişiler, diğer hak arama yollarını tükettikten sonra ikincil nitelikte olan bireysel başvuru hakkını kullanabilir. Ancak bireysel başvuruya konu olacak hak yalnızca Türk Anayasa’sı kapsamında olan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de yer alan temel hak ve özgürlüklerdir. Bireysel başvuru hakkının kullanılmasına ilişkin düzenlemeler Anayasa İç Tüzüğü’nde yer almaktadır.

Bireysel Başvurunun Konusu Olabilecek Hak ve Özgürlükler

Her hak ve özgürlük çeşitli işlem ve eylemler dolayısıyla zedelenebilir ancak her hak ve özgürlük ihlali için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı kullanılamaz. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kullanılabilmesi için ihlal edilen hak veya özgürlüğün hem anayasada hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) yada Türkiye’nin taraf olduğu AİHS ek protokollerinde tanınması gerekmektedir. Eğitim hakkı, yaşam hakkı, din ve vicdan hürriyeti ile hak arama hürriyeti bu haklardan bir kaçıdır.

Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan ikincil hak arama yolu olan bireysel başvuru yapılamaz. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkını Kimler Kullanabilir?

İşlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenen kişiler, bireysel başvuru hakkını kullanabilir. Kamu tüzel kişiliğine haiz kurumlar bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri ise sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle yani sınırlı bir şekilde bireysel başvuru hakkını kullanabilir.

Yabancılar tarafından bireysel başvuru hakkının kullanılmasının önünde bir engel bulunmamaktadır ancak Anayasa ile yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Şartları

İkincil nitelikte bir hukuki yol olan bireysel başvuru hakkının kullanılabilmesi için özgürlüğü ihlal edilen kişinin idari ve adli tüm yolları tüketmesi gerekmektedir. İdarenin eylemlerine karşı tazminat davası açmak için tam yargı davası konulu makalemizi okumanız yararlı olacaktır. Kanun yolları olağan ve olağanüstü olarak ikiye ayrılmaktadır. Bireysel başvuru hakkının kullanmak isteyen kişinin olağan kanun yollarını tüketmiş olması gerekmektedir. Söz konusu eylem veya işlem için gidilebilen olağan kanun yolları birden fazla ise bu yollardan en etkili olanının kullanılması yeterlidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararları da bu yöndedir.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Usulü

Kişiler bireysel başvuru hakkını, mevzuatta belirtilen şartlara uygun biçimde doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dışı temsilcilikleri vasıtasıyla Anayasa Mahkemesi’ne yapabilir.

Başvuran kişinin ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgileri, ihlal edildiği ileri sürülen temel hak ve özgürlük, ilgili Anayasa hükmü, ihlal iddiasının gerekçeleri, ihlalin giderilmesi için mevzuatta öngörülen başvuru yolları ve bu yolların tüketildiği bireysel başvuru formunda belirtilmelidir. Eğer ki ihlalin giderilmesi için iç hukukta herhangi bir yol öngörülmemişse, ihlalin öğrenildiği tarih ve varsa ihlal nedeniyle uğranılan zarar başvuru formunda belirtilmelidir.

Başvuru formuna ayrıca; başvuru harcının ödendiğine dair belgenin, ihlalin varlığını kanıtlayan delillerin, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararın örneği de eklenmelidir.

Bireysel başvuru hakkı avukat aracılığıyla kullanılacaksa, başvuru formuna vekaletnamenin de eklenmesi zorunludur.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Süresi

Bireysel başvuru hakkı için öngörülen sürelere riayet edilmelidir. Bireysel başvuru hakkını kullanacak olan kişi, temel hak ve özgürlüklerini ihlal eden olayı öğrendiği tarihten itibaren 30 gün içerisinde bireysel başvuru yapması gerekmektedir. Eğer ki başvurmak isteyen kişinin, bu süreyi kaçırmasında haklı bir mazereti var ise bunu kanıtlayacak belge ile birlikte mazeretin kalktığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde bireysel başvuru hakkını kullanabilir. Bu durumda mahkemenin yapacağı ilk inceleme, mazeretin geçerli olup olmadığına ilişkin olacaktır.

Başvuru formunda bazı evrakların eksik olması halinde, başvurucuya bu eksikliğin giderilmesi için en fazla 15 gün süre verilir. Başvuran kişinin, geçerli bir mazereti olmaksızın verilen süre içerisinde eksikliği gidermemesi halinde başvuru reddedilir.

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Harcı 2020

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru harca tabidir. 2020 yılı için bireysel başvuru harcı 446,90 TL’dir.

Anayasa Mahkemesi’nin Bireysel Başvuruyu İncelemesi

Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için, başvurunun usule ilişkin şartları taşıması gerekmektedir. Anayasanın uygulanması ve yorumlanması ile temel hakların kapsam ve sınırlarının belirlenmesi bakımından önem arz etmeyen başvurular, mahkemece reddedilebilir. Ayrıca bireysel başvuru dayanaktan yani delilden yoksun ise bu da başvurunun reddedilmesine sebep olabilir. Başvurunun kabul edilip edilmeyeceğine ilişkin inceleme komisyonlarca yapılır. Başvurunun reddedilmesi için oy birliği gerekmektedir. Eğer ki komisyon, başvurunun reddi için oy birliğini sağlayamaz ise dosya ilgili bölümlere gönderilmektedir. Bireysel başvurunun reddedildiğine ilişkin kararlar kesindir.

Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verildiği taktirde esasa ilişkin inceleme bölümler tarafından yapılır. Bölümler arasında iş yükünün dengesizliğini önlemek amacıyla başkan tarafından iş dağılımı yapılır.

Bireysel başvuru kabul edildiği taktirde, başvurunun bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilmektedir. Adalet Bakanlığı tarafından gerekli görülen hallerde başvuru ile ilgili mahkemeye yazılı görüş bildirilir.

Bireysel başvuruların ilk olarak gittiği komisyon ve daha sonra gittiği bölümler, temel hak ihlali olup olmadığına ilişkin araştırma ve inceleme yapabilir. Bu kapsamda ihtiyaç olduğu düşünülen bilgi, belge ve deliller ilgili kişi veya kurumlardan istenebilir.

Anayasa Mahkemesi, hak ihlali olup olmadığına ilişkin incelemeyi dosya üzerinden yapmaktadır. Ancak gerekli görüldüğü halde duruşma yapılmasına da karar verilebilir.

Esasa ilişkin inceleme yapan bölümler, talep üzerine veya kendiliğinden temel hakların korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere karar verebilirler. Tedbir kararı verildiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde esasa ilişkin karar verilmezse, tedbir kararı kendiliğinden hükümsüz hale gelir ve kalkar.

Eğer ki bölüm tarafından yapılan inceleme, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvuru üzerineyse; yapılacak inceleme yalnızca temel hak ihlali olup olmadığına ve ihlal var ise bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bunun anlamı ise, bölümler tarafından kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar için inceleme yapılamayacağıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin Bireysel Başvuru Kararı

Bölüm tarafından yapılan esas inceleme sonucunda, başvuran kişinin iddia ettiği üzere bir ihlal olup olmadığına karar verilir. Eğer ki temel haklardan biri ihlal edilmişse verilecek karar, ihlal ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkindir. Bölüm tarafından yerindelik denetimi yapılamayacağı gibi idari eylem ve işlem niteliğinde de karar verilemeyecektir.

Hak ihlali bir mahkeme kararı neticesinde ortaya çıkmış ise, bölümün vereceği karar yeniden yargılama yapılmasına ilişkindir. Bu durumda var olduğu kabul edilen ihlalin ve sonuçlarının kaldırılması için dosya ilgili mahkemeye gönderilir. İlgili mahkeme mümkün olduğu sürece yargılamayı dosya üzerinden yapar. Eğer ki yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar yok ise artık yapılacak olan şey başvurucu lehine tazminata hükmedilmesidir. Bölüm somut olaya göre tazminata hükmedebileceği gibi tazminata hükmetmeyerek genel mahkemelerde dava açılmasını da işaret edebilir.

Başvurunun esası hakkında verilen kararlar gerekçeli olarak ilgililere ve Adalet Bakanlığına iletilir. Ayrıca bu kararlar mahkemenin internet sayfasından da yayınlanmaktadır. Bazı kararlar ise Resmi Gazetede yayınlanır. Hangi kararların Resmi Gazete ile ilan edileceğine ilişkin hükümler içtüzükte düzenlenmiştir.

Kişiler bireysel başvuru hakkını kullanıp kullanmamak konusunda serbest oldukları gibi başvuruyu takip edip etmeme haklarına da sahiplerdir. Eğer ki başvuru incelenirken bireysel başvuru hakkından feragat edilirse bu durumda dava düşecektir.

Başvuru Hakkının Kötüye Kullanılması

Bireysel başvuru hakkı kişiler tarafından kötüye kullanılabilir. Bu durumun önüne geçmek için bazı yaptırımlar öngörülmüştür. Mevzuatımıza göre, başvuru hakkını açıkça kötüye kullanan başvurucu aleyhine yargılama giderleri dışında ayrıca disiplin para cezası da hükmedilir.

Bireysel başvuru hakkınızı kullanmak istiyorsanız fakat kafanızı kurcalayan bir çok soru bulunmaktaysa, avukata sor hizmetimizi kullanarak merak ettiğiniz her şey için anında cevap bulabilirsiniz.

TENKİS DAVASI

Saklı pay

 

Miras bırakanın tasarruf yetkisini aşarak saklı pay sahibi mirasçılarının haklarını ihlal edilmesi sonucunda tenkis davası açılır. Bu dava ile mirasbırakanın tasarruflarının yasal sınırlarına geri çevrilmesi amaçlanmaktadır. Miras hukuku alanında genel bilgi almak ve hizmetlerimizden faydalanmak için Miras Avukatı sayfamızı inceleyebilirsiniz.

Saklı Pay Sahibi Mirasçılar ve Pay Oranları

Saklı pay sahibi mirasçılar Medeni Kanunumuzda sayılmıştır. Buna göre saklı pay sahibi mirasçılar şu şekildedir;

  • Mirasbırakanın alt soyu (çocukları, torunları, evlatlıkları ve onların çocukları)
  • Mirasbırakanın anne ve babası
  • Mirasbırakanın eşi.

Saklı pay oranları ise şöyledir;

  • Altsoy için yasal miras payının yarısı,
  •  Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri,
  • Sağ kalan eş için, altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması hâlinde yasal miras payının tamamı, diğer hâllerde yasal miras payının dörtte üçü.

Mirasbırakan tarafından gerçekleştirilecek olan tasarrufların yukarıdaki saklı pay oranlarına uygun olarak yapılmalıdır. Saklı pay oranlarına itibar edilmeksizin yapılan tasarruflara ilişkin tenkis davası açılmalıdır.

Tenkis Davası Tarafları

Tenkis davası ancak mirasbırakan öldükten sonra açılabilmektedir. Tenkis davası, saklı pay sahibi mirasçılar tarafından açılabilmektedir ancak saklı pay sahipleri tarafından tenkis davası açılmaması halinde bunların alacaklıları, iflas etmiş ise iflas masası tarafından tenkis davası açılabilir.

Tenkis davası, miras bırakanın saklı pay oranlarını dikkate almaksızın yapmış olduğu tasarruflar neticesinde kazanım sağlayan kişilere karşı açılır. Kazanım sağlayan kişilerin ölmesi halinde mirasçılarına karşı da açılabilir. Ayrıca tenkis davasının neticelerinden kaçınmak maksadıyla kazanım sağlayan kişi tarafından muvazaalı işlemle kazanımın üçüncü kişilere devredilmesi halinde onlara karşı da söz konusu dava açılabilir.

Tenkis Davası Yetkili Mahkeme ve Dava Açma Süresi

Söz konusu davada görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi, yetkili mahkeme ise mirasbırakanın son yerleşim yeri mahkemesidir.

Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer.

Bir tasarrufun iptali bir öncekinin yürürlüğe girmesini sağlarsa, süreler iptal kararının kesinleşmesi tarihinde işlemeye başlar. Tenkis iddiası, def’i yoluyla her zaman ileri sürülebilir.

Tenkise Tabi Olacak Kazandırmalar

Tenkis, mirasbırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça, mirasçı atanması yoluyla veya diğer bir ölüme bağlı tasarrufla elde edilen kazandırmaların tamamında, orantılı olarak yapılır. Ölüme bağlı tasarrufla kazandırma elde eden kimse, bazı vasiyetleri yerine getirmekle
yükümlü kılınmışsa, kazandırmanın tenkise tâbi tutulması hâlinde, bu kimse mirasbırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça vasiyet borçlarının da aynı oranda tenkis edilmesini isteyebilir.

Bölünmez mal vasiyetinde; değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa, vasiyet alacaklısı, dilerse tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir. tasarruf konusu malın vasiyet alacaklısında kalması durumunda, malın tenkis sebebiyle vasiyet borçlusuna verilmesi gereken, aksi hâlde tasarruf oranı içinde kalan kısmının karar günündeki değerinin para olarak ödetilmesine karar verilir.Bu kurallar, sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulanır.

Sağlararası Kazandırmalar

Sağlararası kazandırmalardan olan şu kazandırmalar, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tâbidir:

  • Mirasbırakanın, mirasçılık sıfatını kaybeden yasal mirasçıya miras payına mahsuben yapmış olduğu sağlararası kazandırmalar,geri verilmemek kaydıyla altsoyuna malvarlığı devri veya borçtan kurtarma yoluyla yaptığı kazandırmalar ya da alışılmışın dışında verilen çeyiz ve kuruluş sermayesi,
  • Miras haklarının ölümden önce tasfiyesi maksadıyla yapılan kazandırmalar,
  • Mirasbırakanın serbestçe dönme hakkını saklı tutarak yaptığı bağışlamalar ve ölümünden önceki bir yıl içinde âdet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar,
  • Mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar.

Kendisine tenkise tâbi bir kazandırma yapılmış olan kimse iyiniyetli ise, sadece mirasın geçmesi anında kazandırmadan elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür; iyiniyetli değilse,iyiniyetli olmayan zilyedin geri verme borcuna ilişkin hükümlere göre sorumlu olur. Miras sözleşmesiyle elde ettiği kazandırma tenkise tâbi tutulan kimse, bu kazandırma için mirasbırakana verdiği karşılığın tenkis oranında geri verilmesini isteyebilir.

Mirasbırakanın kendi ölümünde ödenmek üzere üçüncü kişi lehine hayat sigortası yaptığı veya böyle bir kişiyi lehdar olarak sonra belirlediği ya da sigortacıya karşı olan istem hakkını sağlararası veya ölüme bağlı tasarrufla karşılıksız olarak üçüncü kişiye devrettiği hâllerde, sigorta alacağının mirasbırakanın ölümü zamanındaki satınalma değeri tenkise tâbi olur.

Mirasbırakan, tahmin edilen devam sürelerine göre sermayeye çevrilmeleri hâlinde tasarruf edilebilir kısmı aşan intifa hakkı veya irat borcu ile terekesini yükümlü kılarsa, mirasçıları, intifa hakkının veya irat borcunun tenkisini ya da tasarruf edilebilir kısmı vererek bu yükümlülüğün kaldırılmasını isteyebilirler. Mirası artmirasçıya geçirme yükümlülüğü ile saklı payı zedelenen mirasçı, aşan kısmın tenkisini isteyebilir.

Tenkiste Sıra

Tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar, önce ölüme bağlı tasarruflardan; bu yetmezse, en yeni tarihlisinden en eskisine doğru geriye gidilmek üzere sağlararası kazandırmalardan yapılır.

Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar ve sağlararası kazandırmalar en son sırada tenkis edilir.

Tenkis davası, özellikle saklı pay sahibi mirasçılar için çok önemlidir. Bu dava yoluyla saklı pay sahibi mirasçılar yasal olarak kendilerinin sahip olduğu oranlarda mirastan paylarını alabilirler. Söz konusu davanın alanında uzman bir avukat tarafından temsil olunması faydanıza olacaktır.

TEHDİT NEDİR?

tehdit suçu

 

Tehdit suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 106.maddesinde Hürriyet Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenmiştir. Tehdit suçu, bir kişiye, o kişinin yakınlarına yahut malvarlığına büyük bir zarar verileceğine ilişkin bildirimde bulunulmasıdır. Bildirimin yapılış şeklinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Bu bildirim yazıyla, sözle veya davranışla gerçekleştirilebilir.

Tehdit Suçu Unsurları ve Hukuki Niteliği

Fail tarafından mağdura haksız ve hukuka aykırı bir zarar verileceğine ilişkin bildirim yapılmalıdır. Bu bildirim geleceğe yönelik olmalıdır. Tehdit ancak kast ile işlenebilen bir suçtur ancak olası kast ile de işlenmesi mümkündür. Gelecekte uğratılacağı iddia edilen zarar gerçekleştirilebilir olmalıdır aksi halde tehdit edilen kişi üzerinde herhangi bir etkisi olmayacağından suç oluşmamaktadır. Verilecek olan zararın, fail tarafından gerçekleştirilebileceği bildirilebileceği gibi üçüncü kişi tarafından gerçekleştirileceği bildirilmesi halinde de tehdit suçu oluşmaktadır. Her bir olayda tehdit suçunun oluşup oluşmadığı olayın kendi içerisindeki dinamiklere göre değerlendirilmelidir.

Tehdit suçu tehlike suçu niteliğindedir. Tehdidin içeriğinin gerçekleşip gerçekleşmemesinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Suçun mağduru ancak gerçek kişi olabilmektedir.

Tehdit Suçu Cezası

Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası verilir.

Tehdidin; silahla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle, birden fazla kişi tarafından birlikte, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, işlenmesi halinde, faile iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

Tehditle birlikte kasten öldürme, kasten yaralama, hakaret suçu veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir.

Tehdit Suçunda Şikayet ve Zamanaşımı Süresi

Tehdit suçunun basit şekli olan malvarlığına yönelik olan hali şikayete tabidir ancak tehdit suçunun diğer halleri şikayete tabi değildir. Şikayet süresi ise 6 aydır. Dava zamanaşımı süresi ise 8 yıldır.

Tehdit Suçunda Uzlaşma, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması, Cezanın Ertelenmesi ve Adli Para Cezası

Tehdit suçunun basit şekli uzlaştırma prosedürüne tabidir. Yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. Ayrıca şartların sağlanması halinde cezanın ertelenmesine veya adli para cezasına çevrilmesine de karar verilebilir.

Mağdur veya fail yani her iki taraf bakımından da yapılan yargılamalar sonucunda önemli sonuçlar doğmaktadır. Bu bakımdan alanında uzman bir avukat tarafında her iki tarafın da temsil edilmesi gerekmektedir.

Tehdit Suçu ile İlgili Yargıtay Kararları

“Dosya kapsamı, kanun yararına bozma istemi ve tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; her ne kadar facebook, twitter, ınstagram isimli sosyal paylaşım siteleri ile ilgili olarak yapılan istinabe taleplerini ABD adIî makamlarının cevaplamadığı, bu nedenle şüphelinin fiziki kimliğine ulaşılamadığı, ilgili sitenin bağlı olduğu internet servis sağlayıcılarının ve yer sağlayıcılarının yurtdışı kaynaklı olduğu ve yabancı ülke şirket ve sunucularının kullanılması nedeniyle elektronik delil elde etme imkânının da mevcut olmadığı, bilişim suçlarının yapısı gereği İnternet ortamında elde edilebilecek delillerin yokluğu ve şüpheli ya da şüphelilerin teşhis edilememesi halinde başka türlü delil elde etme olanağının bulunmadığı, bu aşamada soruşturmanın devamı halinde yeni delillere ulaşmanın teknik ve hukukî açıdan mümkün olmadığı, müştekinin şikâyetine konu edindiği

olay ile ilgili olarak şüpheli ya da şüphelilere ulaşılmasına imkân veren hiçbir delil de sunmadığı gerekçeleriyle şikayetçinin iddiaların soyut nitelikte kaldığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar karar verilmiş ise de, şüphelinin facebook adlı sosyal paylaşım sitesindeki profil bilgilerinin ve diğer hususların araştırılarak şüphelinin kimlik bilgilerinin tespit edilmeye çalışılması, ABD adlî makamlarıyla istinabe yapılması ve sonucuna göre şüphelinin hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerekirken, eksik soruşturma neticesinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu ve bu nedenle itirazın reddine dair mercii Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 09/09/2017 tarihli ve 2017/3424 Değişik İş sayılı kararında isabet bulunmadığı anlaşılmıştır.” Yargıtay 4. Ceza Dairesi 2018/819 E., 2018/4172 K.

TESPİT DAVASI NEDİR?

Tespit davası, bir hukuki ilişkinin ya da hakkın varlığının ya da yokluğunun mahkeme kararıyla saptanmasıdır. Bu dava sadece hukuki ilişkinin varlığının tespitinde açılabilir. Tespit davasındaki hukuki yarar, açılmış ya da açılacak bir davanın konusunu içermektedir. Dava sonucunda verilen karar, kesin tespit niteliğindedir. Bu sebeple verilen karar, delil olarak kullanılabilir. Tespit davasının 2 türü vardır. Bunlar menfi tespit davası ve müspet tespit davasıdır. Bu yazımızda menfi tespit davası ile alakalı sorulan sorulara yanıt vermeye çalıştık. Konu ile alakalı sorularınızı formun en altından bize iletebilirsiniz.

Menfi Tespit Davası Nedir?

Menfi tespit davası, icra takibi borçlusunun borcunu ödemeden önce herhangi bir borcu olmadığını tespit ettirmek için açtığı davadır. Bu dava ile talip borçlusu borçlu olmadığını ispat edip hakkındaki icra takibini iptal ettirmeyi hedeflemektedir. İİK’ ya göre borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığına ilişkin bu davayı açabilir.

Menfi Tespit Davası Özellikleri

İcra takibinden önce alacaklı elinde borçlu aleyhine ciddi bir belge varsa menfi tespit davası açılabilmektedir. Doktrinde takip açıldıktan sonra borçlunun yapacağı itirazı kaldıracak güçte bir belge varsa borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki menfaati bulunduğu kabul edilmektedir. Borçlu, borç ilişkisindeki sakatlıklar ile alakalı menfi tespit davası açılabilir.

Takipten önce açılan menfi tespit davası icra takibinin açılmasını engellememektedir. Kısacası açılmış olan bu dava icrayı durdurmaz. Yüzde on beş tutarında teminat karşılığında icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.

İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davası icra takibini durduramamaktadır. Ancak borçlu tarafından alacaklıya ödenecek paranın gecikmeden kaynaklı zararını karşılamak üzere yatırılacak olan en az yüzde on beş tutarındaki teminat bedeli yatırılarak ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesi istenebilir. Ödeme emrine itiraz hakkında detaylı bilgiye ödeme emrine itiraz makalesinden ulaşabilirsiniz.

Menfi Tespit Davası Zamanaşımı Süresi

Menfi tespit davası için kanun koyucu herhangi bir zamanaşımı süresi düzenlememiştir. Fakat borçlunun borçlu olmadığı hukuki nedene göre zamanaşımı süresi söz konusu olmaktadır. Bu da somut olay nezdinde değerlendirilmelidir. İrade bozukluklarında yapılan sözleşmeler, bu durumların ortadan kalktığı zamandan itibaren 1 yıl içinde dava açılmalıdır. Abonelik sözleşmelerine ilişkin uyuşmazlıklarda ise bu süre 10 yıldır.

Menfi Tespit Davasının Sonucu

Menfi tespit davasının alacaklı lehine sonuçlanması halinde ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını borçlu tarafından gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Söz konusu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez.

Davanın borçlu lehine sonuçlanması halinde ise derhal takip durur. Kararın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmak zorunda bırakan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılması halinde talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zarar da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Hesaplanan zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz. Borçlu, dava kapsamında tedbir kararı almamış ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.

İcra Takibinden Sonra Açılan Menfi Tespit Davası

İcra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında, hukuki yarar olmalıdır. Bu kapsamda ödeme süresinde zamanaşımını ileri sürmeyen borçlu, zamanaşımına dayalı tespit davası açamayacaktır. Ayrıca takipten sonra açılan menfi tespit davası, takibi kendiliğinden durdurmaz. Ancak bunun bir istisnası vardır. Borçlu, gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın % 15’inden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat göstermelidir. Mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyla icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.

Dava, alacaklı lehine sonuçlanırsa ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna ilişkin hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı, ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış olacaktır. Bundan doğan zararlarını, gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar % 20’tan aşağı olamaz.

Dava, borçlu lehine hükme bağlanırsa  takip derhal durur. İlamın kesinleşmesi üzerine icra kısmen ya da tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takip, haksız ve kötü niyetliyse; talep üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın %20’tan aşağı olamaz. Talep dilekçede belirtilmelidir.

Menfi Tespit Davası Görevli Mahkeme

Açılacak olan davanın içeriğine göre görevli mahkeme belirlenecektir. Örneğin kambiyo senetlerine dayalı bir alacak ise görevli mahkeme davalı bedeline göre görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesi veya asliye hukuk mahkemesi olacaktır. Menfi tespit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabilir. Ayrıca davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir.

Menfi Tespit Davasında Süre

Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir.

Davada ödenecek olan harç, dava bedeli üzerinden hesaplanır yani nispi harçtır. Aynı şekilde vekalet ücreti de dava sonunda yasal oranlara göre dava bedeli üzerinden hesaplanacaktır.

Söz konusu dava sonucunda borç ilişkisinin hukuki dayanağı olup olmadığı tespit edilecek. Tahsil için gerekli işlemler yapılacaktır. Hak kaybına uğramamak için iki tarafın da alanında uzman avukat tarafından temsil edilmesi gerekmektedir.

Menfi Tespit Davası ile İlgili Yargıtay Kararları

“Davalı/alacaklının, davacı/borçlunun da içinde bulunduğu üç kişi hakkında 08.05.2006 başlangıç tarihli kira sözleşmesine dayanarak. Sincan 5. İcra Müdürlüğü’nün 2008/1975 sayılı takip dosyası ile icra takibi başlattığı. ödeme emrinin davacı/borçluya tebliğ edilmediği gibi davacı/borçlu hakkında başka da işlem yapılmadığı, ancak davacı/borçlu hakkındaki takibin dava tarihinde dahi cari ve ayakta olduğu hususlarında yerel mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.  Oysa bir davanın korunmaya değer, güncel hukuksal yarar bulunmaması nedeniyle reddedilebilmesi için, borçluyu tehdit edebilecek tehlike ve savsaklamalara karşı onu koruma gereksinmesinin olmaması gerekir.

Borçlunun, hakkında henüz icra takibi başlamadan önce de yapılabilecek, olası bir takibi düşünerek, kendisini bir borçla tehdit eden kimseye karşı “böyle bir borcu bulunmadığının saptanması” için dahi dava açabileceği kabul edilmişken, hakkında yürümekte olan bir icra takibi olan borçlunun bu davayı açmasında hukuki yararının bulunduğunda hiç kuşku olmadığı gibi, böyle bir davayı açmasına da hiçbir hukuki engel bulunmamaktadır.

Kaldı ki, takipten feragat etme imkanı olan davalı/alacaklı, takipten feragat etmemiş ve davacı/borçlu hakkındaki takip dava tarihinde dahi canlı tutulmuştur. Şu hale göre, davacı, davalının alacağını isteme ve dava açma tehdidi altında bulunması nedeniyle davacının dava açmakta hukuki yararı vardır.

Tüm bu açıklamalar ve özellikle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72.maddesinde icra takibinden önce de menfi tespit davası açılmasına cevaz verilmesi karşısında. Yerel mahkemenin, davacı borçlunun menfi tespit davası açmakta güncel bir hukuki yararının bulunmadığı yolundaki gerekçesi ve vardığı sonuç isabetsizdir. Hal böyle olunca; borçlunun ödemek zorunda olmadığı bir borç ile tehdit edilmesi durumunda hukuksal yararın varlığının kabulü gerekeceğinden. Davacı/borçlunun eldeki davayı açmasında hukuka uymayan bir yan ve herhangi bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Yerel mahkemece, işin esasına girilip, taraf delilleri toplanmak suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken. Davacı/borçlunun dava açmakta hukuki yararı bulunmadığından bahisle “ret” kararı verilmesi doğru değildir. ” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/13-576 E., 2011/747 K.)

CUMHURBAŞKANINA HAKARET SUÇU

Cumhurbaşkanına Hakaret cezası

Cumhurbaşkanına hakaret suçu, Türk Ceza Kanunu madde 125’te tanımlanan hakaret suçunda ayrı olarak düzenlenmiştir. Kanunun devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına karşı suçlar başlığı altında 299. maddede cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlenmiştir.

Kanun gerekçesinde, cumhurbaşkanının devleti temsil etmesi ve anayasada kendisine verilen görev ve yetkileri sebebiyle hakaret suçundan ayrı bir suç olması gerektiği belirtilmiştir. Ancak hakaret suçu kanunumuzda zaten düzenlenmiş olmasına rağmen kanunumuzda maalesef cumhurbaşkanına hakaret suçu ayrıca düzenlenmiştir. Mevcut düzenleme, özellikle ülkemizin yeni geçmiş olduğu partili cumhurbaşkanlığı sisteminde cumhurbaşkanın devleti temsil etmesinin yanında siyasi aktörlüğünün ağır bastığı düşünüldüğünde insanların siyasal eleştiri haklarını kısıtlayıcı niteliktedir. Hakaret suçu ile ilgili detaylı bilgiye bu konudaki makalemizden ulaşabilirsiniz.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu Unsurları

Suç, doğrudan mevcut cumhurbaşkanına karşı işlenmektedir. Herhangi bir eski cumhurbaşkanına veya cumhurbaşkanı adayına hakaret edilmesi halinde söz konusu madde kapsamında değerlendirme yapılamaz. Cumhurbaşkanlığı görevi, ant içme ile başlamaktadır.

Cumhurbaşkanına hakaret suçunun faili herkes olabilmektedir.

Suçun manevi unsuru kasttır. Suçun oluşması için failin kastı şarttır. Suç, serbest hareketlidir. Herhangi bir yazılı veya sözlü ifade ile herhangi bir araç (sosyal medya, televizyon, gazete vs.) aracılığıyla söz konusu suç işlenebilmektedir. Fiilin suç teşkil etmesi  için siyasi bir saik ile hareket edilmesine gerek yoktur ancak kişinin sıfatı fail tarafından bilinmelidir. Fiilin, yüzüne karşı veya cumhurbaşkanının yokluğunda gerçekleştirilmesi arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunun Cezası ve Görevli Mahkeme

Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Hakaret teşkil eden fiilin alenen gerçekleştirmesi halinde verilecek olan ceza altıda bir oranında artılır. Burada bahsedilen aleniyete örnek olarak tv programında, internet sitelerinde veya toplum içerisinde bağırarak hakaret etmek örnek gösterilebilir. Bu suç sebebiyle kovuşturma yapılması adalet bakanının iznine bağlıdır. Bu suç sebebiyle yapılacak olan yargılamalarda görevli mahkeme asliye ceza mahkemesidir.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunda Uzlaşma, Şikayet ve Zamanaşımı

Söz konusu suç uzlaşma prosedürüne tabi değildir. Suç hakkında soruşturma yapılabilmesi için şikayet şartı bulunmamaktadır. Savcılık tarafından resen veya şikayet üzerine soruşturma başlatılabilir. Suç nedeniyle açılacak dava ile ilgili zamanaşımı süresi sekiz yıldır.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunda Cezanın Ertelenmesi, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve Adli Para Cezası

Bu suç sebebiyle yapılacak olan yargılamalarda şartların sağlanması halinde hapis cezasının ertelenmesine, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına veya adli para cezasına karar verilebilir.

Ülkemizde yapılan bazı yargılamalarda maalesef ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gereken fiiller cumhurbaşkanına hakaret suçu olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu suç sebebiyle yapılacak yargılamalarda alanında uzman bir avukat tarafından temsil edilmeniz faydanıza olacaktır.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu ile İlgili Yargıtay Kararları

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 299. maddesinin 3. fıkrasındaki, “bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır” hükmüne göre sanık hakkında kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine tabi olduğu hususu dikkate alınmaksızın yargılamaya devamla sanığın mahkumiyetine karar verilmesi, kanuna aykırı, sanığın temyizi bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 20.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2018/1216 E., 2018/5297 K.

“TCK’nın 299. maddesinde düzenlenen suç, Cumhurbaşkanına karşı hakaret eyleminde bulunulmasıyla oluşacağından, eylemin Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan kişiye karşı işlenmiş olması gerekir. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı görevi sona erdikten sonra bu görevle ilgili olarak hakaret edilse dahi, TCK’nın 299. maddesi uygulanamayıp, TCK’nın 125, 130. maddelerindeki hakaret suçlarını oluşturacaktır.” Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2016/16471 E., 2017/987 K.

Oluş ve dosya kapsamına göre, kendisine ait facebook hesabı üzerinden “tutuklu polislerin tamamı tahliye olduğuna göre demek ki neymiş bu devleti sülük misali emenler paralelciler dediğiniz insanlar değil paralı ellermiş ALLAH’IN İZNİYLE GELİYORLAR KORKMA TİTRE…” şeklinde yazılar paylaşan sanığın eyleminin Cumhurbaşkanına yönelik olmaması karşısında hakaret suçunu oluşturmamakla birlikte FETÖ/PDY terör örgütünün propagandası suçunu oluşturup oluşturmayacağının tespiti bakımından, sanık hakkında anılan örgüt nedeniyle açılmış bir dava olup olmadığının araştırılması, halen derdest bir dosya bulunması halinde dosyaların birleştirilmesi, açılmış bir dava bulunmaması halinde dava açılmasına tevessül edilip, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi,

2-Gerekçeli karar başlığında suç tarihinin ”26.04.2015 ve 03.05.2015” yerine ”26.04.2015″, katılanın ise ” Recep Tayyip Erdoğan” yerine ”TC …” olarak gösterilmesi, bozmayı gerektirmiş olup, katılan vekili ve Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 26.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.” Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2016/3871 E., 2017/4964 K.